30 Haziran 2016 Perşembe

Anneler anlarmış, annem öyle dedi



Annem telefonda, sesi hüzünlü; “sakalını kısalt oğlum, işid’ci sanırlar, vururlar seni” diyor. “Tamam anne, keseceğim merak etme” diyorum hemen ardından.
Kesmeyeceğimi kendisi de biliyor, ama o anne söylemesi gerek. Ben “tamam” dedikten sonra en azından az da olsa umut ediyor. Sakalımı keseceğimi ve benim işid’ci sayılmayıp vurulmadan duracağımı düşünüyor. Bu hafifliği yalan da olsa ona yaşattığım için seviniyorum.

“Taksime filan da gitme, eylemlerden uzak dur, mitinglere katılma” diyor. Bir şeyleri düşünmek için iki-üç saniye bir sessizliğe bürünüyor. Aklına gelen şeyi unutmamak için bir çırpıda söylüyor cümle yapısı dinlemeden.
“o kara kuru, üzerinde devrim şeyleri olan t-shirtini giyme, pkk’lı sanırlar üzerine bomba atarlar oğlum” diyor.
“merak etme anne, açık renk giyinirim” diyorum. Herhangi bir ses vermese bile sesinin titrediğini telefonun ucundan hissediyorum.
“avm’lerden uzak dur, toplu taşımaya filan binme” diyor. Sıkılıyorum. Ses tonumdan bu sıkkın halimi anlıyor. “Allah def etsin bunları başımızdan” diyor.
“merak etme anne, onlar kendi pimlerini kendileri çekti, bir patlayacak ki sorma” diyorum. Sesi sesimi kesiyor tiz bir nefes sesiyle.
“oğlum niye rahat durmuyorsun” diyor. Durmayacağımı da biliyor. Hem de çok uzun süredir biliyor. Daha onsekizimde omuriliğime o tığ saplandığında, sırf acı çektiğimi görmesin diye acıdan bayıldığımı biliyor. Göğüs kafesime o koca şey girerken göz bebeğimde oluşan kıvılcımın saniye içinde nasıl dünyayı yutabileceğini biliyor.

hoyrat yetiştirilmedim ama öyle büyüdüm. Nedensiz bir kaçış ve nefret vardı çocukluğumdan beri içimde. Kavgaların dövüşün, kaderin sillesini yiyerek geldim bu yaşıma. Biliyorum ki her tokadı yiyişimde benden çok annemin canı yandı, hiç belli etmedi bana üzüntüsünü. Evde o uyuşturucu haplarını yana yakıla aradığımda, ortalığı kırdığımda anladı bende ki çaresizliği. Sadece bir kez, tek bir kez gösterdim ona aciz ve muhtaç yanımı. Kendi evladını ilk kez o zaman öyle görmüştü, eminim. Ha evden kaçtığımda kemerle sabaha kadar dayak yediğim anı saymazsak. Ya da on dört yaşımda kör olana kadar rakı içtiğimde mahallede “ben böyle hayatın anasını sikeyim, hepinizi sikeyim; siktirin gidin lan!” diye anırdığım anı saymazsak.
Öyle süreçlerden geçiyorsun ki, bir süre sonra tozunu yuttuğun sokağa benzemeye başlıyorsun. Aynı onun gibi sıradan, sert ve gaddar; bir o kadar yalnız kalabiliyorsun. Nasıl alıştım bilmiyorum ama ağlamak isteyip ağlayamadığım zaman dudağımın sağ yanını yerim. Bir tek annem bilir sağ alt dudağımdaki o çukuru. Bu durumumu bana söylediğinde o çukura gömmek istedim kendimi. Neden bilmiyorum, kendimi hiç sevdirmedim ona. Hayata karşı ördüğüm duvarlarım o kadar kalındı ki, kendi anneme bile ulaşabilmek için senelerimi verdim ben. Saçımın olduğu zaman dizine yatar saçlarımla oynatırdım. O şekilde uyuyabilirdim bir tek. Hepsi döküldükten sonra uyumayıda bıraktım zaten. Bu durumun farkına varır, dizine yatırır saçıyla oynatır, uyuturur beni. Bazı zamanlar öyle olur ki öyle uyanırım ki tüm vücudum kaskatı kesilir dünya etrafımda döner vaziyette uyanırım. Nerede uyandığımı anlayana kadar yıkarım ortalığı. Bunu bildiği için beni hiç yalnız bırakmaz, nereye gitse götürür. Bu sefer direttim yolladım bir yerlere. Anne olmak böyle bir şey sanırım. Ses tonundan bile anlaşılabiliyor bazı şeyler.

Hiçbir zaman kendimle ilgili bir şeyi konuşamadım onunla. İş güç tamam da, bu sevda işlerini filan hiç konuşamadık. Utandım her zaman bu konuları onunla konuşmaya. Konuyu açtıkça ben kapattım. Senin evladın bir türlü sevemiyor demedim. Ben aslında ona bir çok şey demedim. Bu halimi / tavrımı eminim ki anlayamadı anlam veremedi. Ama bahsedemedim. Koca evren kadar sevdim ama bir türlü diyemedim. Her olumsuz tavrımı kendine pay çıkarırdı hep. “Bizim yüzümüzden” derdi. Ben yine lafı değiştirirdim. İçimdeki bu kinin, nefretin, öfkenin sebebinin onların olduğunu bilmesini istemedim. Kendimi bütün dünyanın kalbini deşecek kadar öfkeyle yoğurduğumu bir türlü söyleyemedim. Sigara içtiğimde çektiğim her nefeste tütünle birlikte eksildiğimi onlara söyleyemedim. Damarlarımdan göz bebeğime kadar vuran o zehri tüm zerremde hissettiğimi, kafamın içindeki sebepsiz uğultuyu, ciğerim patlayana kadar koşmak istediğimi onlara bir türlü söyleyemedim. Onun yerine çok muhteşem bir şey keşfettim. Gülümsemek diyorlarmış buna, onu da sonradan öğrendim. İçimde zangır zangır titreyen sinir sistemime inat sadece suratımda harekete geçireceğim birkaç kas hareketi hepsi bu. Gülmek bu kadar basit aslında..

Huysuzluğumdan mıdır nedir bilmem. Bir şey çok ısrar edildi mi ya da üzerimde çok duruldumu kaçar giderim oradan. Baskı altında hissederim kendimi, nefesim daralır, sıkılırım. O yüzden başlangıçlarım hep çok kuvvetli olur. Bir olaya, konu ne olursa olsun muazzam bir şekilde adapte olurum. Ama sonrası yok, koca bir sıfır.. Ayağımın altından halı çekilmişçesine sert, ama çok çok sert serilirim yere. Toparlayamam kendimi öyle zamanlarda. Uzun süre yuvarlanırım. Belki bir güç, bir kuvvet duysam içimde, köşemde dahi olsa hatta ve hatta en rutubetli yerimde bile olsa, onu oradan ivedilikle çıkartır kendim için kullanırım. Ama yok, öyle bir yardımcı kuvvetim yok. Daha çok çocukken harcadım onları. Tüm hepsini annemi üzmemek için harcadım. Geriye ne kaldı diyecek olursanız Allah belamı versin ki bilmiyorum. Dedim ya, iyi başlangıçların kralıyımdır her zaman. O yüzden hayatından çıktığım kişiler başlangıcı değil de bitişimle hatırlarlar beni. Çünkü fevkalade kaybederim. Öyle böyle değil. Bu kaybedişim hayranlık bile uyandırabilir. Tekerlekli tezgahında mal satan seyyar satıcının o yere serilen ve bir türlü toparlanamayan yanıyım. Her parçam farklı yerlere saçıldı durdu. Şimdi onu toplamaya ne benim gücüm yeter, ne de benden gidenler yine bana gelmeye cesaret eder. Anlayacağınız hiçbir şeye sıfırdan başlanmaz. Çünkü sıfır diye tabir ettiğimiz şey bir karadeliktir. Umut ettiğimiz şeyi alır ve içine çeker. Ve sen kaybolduğunu, yok olduğunu anlayana kadar ömrün biter… Kaybedenlerin birinci kuralı kaybettiğini hiçbir zaman kendine itiraf edememektir. Çünkü itiraf etmek bir kaybetmek değil teslim olmaktır. Hiçbir kaybeden de teslim olmak istemez. Çünkü teslim olmak bir vazgeçiş, yani yeniden başlangıç için bir sebeptir. Buda eşittir cehennemdir…

“Akşam ne yedin, aç mısın” dedi annem. Bu sadece açlık tokluk sorusu değildi. Bu soru içinde dünyanın sorusunu barındırıyordu. İyilik kötülükten tut, aklınıza ne geliyorsa. Bir annenin evladına “aç mısın” sorusunu hiçbir zaman hafife almayın, ya da ne bileyim en azından ben almıyorum.
“Açım anne” dedim. “Ülkeyi yiyip bitirenlere inat açım.”
“Yoğurt mayaladım, dolapta kavanozda. Çiçeğimi sulamayı unutma, gece de pencereleri kapat” dedi.
Bir süre sustum, ama bu süre toplasan ya iki ya üç saniyedir.
“Yeme bakayım dudağını” dedi. O ara gözümden bir yaş süzülüp gitti. Sonraki cümlemde “nereden anladın” diyecektim ki hisseder gibi hafif gülerek çıkıştı;
“anneyim ben anne, anneler her şeyi anlar…”

28 Haziran 2016 Salı

- ES -


Yorgun bir at sürüsü biriktirdim kafamda
Umarsızca sorguladım onları, kendimi tekrar ettim
Ben bu şiiri dörtnala yazdım, tökezledim, kızdım.
Yoruldum,
Ben bu şiiri yorularak yazdım
Yirmi gün ayakta, hoyrat ve başı eğik
Öyle derlerdi, atlarmış yirmi gün boyunca ayakta durabilen
Bir kısa bilgi,
Es..

Haydi vur kırbacı,
Sandalcı, balıkçı artık her neysen
Farkındayım balıklar aşağıdan seyrediyor dünyayı
Bir gün oltaya geldim, fena tongaya düşürdüler beni
Ağzım açık, pullu sözcükler kusmuştum.
Ben bu şiiri buharlaşırken yazdım
Balıklar küstü, çıkmadı yukarı
Hayallerim gibi boş içinde yarısı tuzlu sulu kova
Ulan suya tuz mu katılır!

Akşam üstü dinginliği nasıl olur
Nasıl ki akşam olur
Hakkaten akşam nasıl olur?
Başıma güneş geçmiş olmalı!

Bugün niyetliydim,
Niyet ettim bir şeylere
Ne olduklarını unuttum,
Bazen böyle yaparım, olayım bu.

Ben bu şiiri şunun için yazdım diyecektim,
Benden önce demiş biri fark ettim,
Neyse konumuz bu değil.

Banklar mı insanların altına oturur,
İnsanlar mı bankın üzerine oturur
Yine boş bulundum, daldım
Ben bu şiiri dalarak yazdım,
Vurgun yedim, bir balıkla göz gözeyim
Denize düştüm, yılana sarıldım.
Belime doladım yılanı, kemer yaptım.
Burundan alın diyorlar nefesi,
Daha sağlıklıymış.


Bir kelimeye takıldım, meğer makaraymış takıldığım
Yok yahu kelime olaraktan
Biraz da dalgınım sanki
Ulan az önce dalmamış mıydım?

Kulağımda yanık bir türkü
Az ileride şehrin korkunç  gürültüsü
Gece çökmüş ama ay hazırlıksız, karşımda.
Manyak pijamasını giymeyi unutmuş.

Güneş mi var o gözlük niye’ dedi kız
Sen varsın ya dedim,
Bir gülüşü var,
Bütün deistler kıskanır
Hahahha

Evet, beklediğim an bu an
Şarkının yükseliş anı, yükselmeliyim.
Ben bu şiiri Neşet Babayla yazdım
Sazının teli oldum, bütün eslerde nefes aldım
Karardı bahtım, dünyayı yalan buldum.
Bir zahidem olmadı,
Nazar eyledim hoş cemallere
Kendim ettim kendim buldum.
Ben bu şiiri kederimden yazdım,
Neşet Baba söyledi, ben kahroldum.
Bir tükürüğümle tüm okyanusu boğdum.
Tüm balıkçılara kıl oldum.
Ben bu şiiri öfkeyle yazdım,
Dümdüz yolda şarampole yuvarlandım
Kemerimi çektim, yalan oldum.

Bir rüzgar esti,
Dediğim es bu es değildi,
Bu sefer hakikaten esti.
Tenimde hissettim sevdiğimin nefesini
El verdim
Eli elime değdi
Eline can verdim.
Ben bu şiiri ona yazmak istedim, yine beceremedim
Bir es istedi yüreğim,

Esti gürledi, bir boşluk veremedi.

t.yazıcı

19 Haziran 2016 Pazar

Depremler Oluyor Beynimdee!


Çok düşündüm.
Düşünmemek için yazdım.
Yazmak için düşündüm.
Yazabilmek için düşündüm.
Delirmemek için yazdım.

“Kim o?” diye bir sesle irkildim. Kimdi o? Bunu öğrenebilmek içindi sanırım kurduğum o kip. Bir saniye, benim ağzımdan bir şey çıkmamıştı ki? Peki o zaman bana benzeyen o ses nereden işitilmişti kulağıma. Ah.. başım uğulduyor. Sahi insanın kendi sesinin kendine yabancı gelmesi kadar tuhaf bir şey var mı?

Önümde beyaz bir kağıt, yanında ucu üstürupsuzca kullanılmış bir kalem tıraş, hemen solunda celladının gözlerinin içine öfkeyle bakan bir kalem. Kağıt kalem ikilemesinden oluşan bir sözcük öbeği kağıdın koynunda. Beynim uğulduyor. Beynimde sesim uğulduyor. Sesim beynimin içini yontuyor. Kağıdın üzerinde “Kim o” yazıyor. Yanında bir soru kipi yok. Çıldırıyorum. Çıldıracağım. Bütün cümlelerim tek kelimelik olsa diye geçiriyorum aklımdan onca karmaşanın içinde. Soru kipinin olmayışı dört harflik küçük betimlemeyi yetmiş ciltlik bir ansiklopedi karmaşasına çevirip ruhumu ele geçiyor. Ne demekti kim o. Bir yansıma olabilir mi bana karşı? Sesimin yabancılığını yardırgayışımın bir sitemi miydi acaba. Peki sesteki soru kipini algılamak nasıl mümkün olabilirdi? Kağıtta yazan yazıdaki soru işaretinin olmayışı beni sonuca ulaştırmıştı, peki ya seste? Kimdi o? Kimin sesiydi o? Benim miydi? İnsanın kendi sesinin kendisine yabancı gelmesi.. Ah, beynim uğulduyor.

Çok okudum.
Düşünmemek için sustum.
Kafamın içindeki uğultuyu dindirebilmek için uyudum.
Uyuyamamak için düşündüm.
Düşündükçe yazdım.

Bir yanım üşüyor, bir yanım alev alev. Lapa lapa kar yağıyor beynimin virajlarına. Çok süratli gidiyorum, çok dengesiz ilerliyorum. Kafamın içindeki şarampoller buz tuttu, her an yuvarlanabilirim. Bir soru kipi bütün hücrelerimi – alyuvarlarımı ele geçirdi. Aşağılık bir uğultu benimle dalga geçiyor. Bir ses duyuyorum o uğultuların ardındaki kaf dağından. Kim o? Kim o? Kim o. Kim o. Kim o.

Uyanıyorum. Oh be rüyaymış. Ellerim başımda, Üstünkörü yokluyorum kafam yerimde mi diye. Yerinde. Seviniyorum. Önümde duran kağıda bakıyorum. Öykü yazmak için önümde hazırola geçmiş, benden bir emir kipi bekliyor. Kiplerle başım dertte diye düşünüp aklıma gördüğüm rüya geliyor. Kapı çalıyor. Arkasından duyduğum ses bütün al yuvarlarımı ölü hücrelerime karşı uyarıyor. İsrafil’in Sur’u gibi bütün hücrelerim diriliyor. “Kim o” diyor kapı arkasındaki ses. Etrafıma bakıyorum, ben evin içindeyim, ses dışarıda. Bir terslik var diye düşünüp kapıya yaklaşıyorum. Kim o? Diye tekrarlıyor. Dayanamıyorum, açıyorum kapıyı. Karşımda kendimi görüyorum. Elinde plastikten yapılmış sarı renkte soru işareti kipi. “Bunu unutmuşsun bende” diyor. Elime verip arkasına dönmeden bana baka baka geriye doğru gidiyor. Adımları benden uzaklaştıkça gülümsemesi kademe kademe artıyor. Bağırmak istiyorum, elimdeki soru işareti kipi birden ünleme dönüşüyor. Ünleme dönüşmesiyle sesim elimdeki kipin hakkını verircesine yükseliyor, “Kim oooooo!” Karşımda duran ben olduğu yerde çakılıp kalıyor. Ona doğru ilerledikçe yüzündeki gülümseme kademe kademe azalıyor. “Ben içerideydim” diyorum bütün tuhaflıklara inat, “ben içerideydim, neden bana kim o dedin, bunu benim demem gerekti.” Gülümsüyor karşımdaki ben, gözleriyle arkana bak dercesine işaret çakıyor. Dönüp bakıyorum, ben dışarıdayım, dışarıda kalmışım. O içeride, yine sesleniyor; “kim o?” buradayım diyorum beni görmüyor musun. Ağlamaklı oluyorum, aldırış etmiyor. Kapı aralığından kalan küçücük aradan geçiyor, yanımdan geçerken kokusunu bırakıyor. “Evet” diyorum, “parfüm de benim, bu kesinlikle benim” Elimde tuttuğum ünlem kipi tekrardan soru işaretine dönüyor, yavaşça elimde erimeye başlıyor. Bağırıyorum. Hem de çok. Beynimin içindeki uğuldamayı yok edercesine çok. Karşımdaki ben gitmeye başlıyor. “Sorunun cevabı sende” diyor. Şaşırıyorum.

Ağzımdan kağıda doğru hunharca saldırıya geçmiş pis kokulu salyamla uyanıyorum. İçimden akanlar beyaz kağıdı çirkinleştirmiş. Sol kolumla siliyorum arta kalanlarımı. “Tanrı Benim” başlığı altında yazdığım yazıya bakıyorum göz ucuyla, yazdığım tek satır ve esrarın beynimde yarattığı soluk buğu daha netlik kazanıyor.
Ağzımdan gayriihtiyari bir söz çıkıyor, çıktığı gibi yüreğime kimyasal bir nükleer isabet edip beni uzunca susturuyor;
“Kim o?”


15 Haziran 2016 Çarşamba

Fortlanmışım, üstelik adım eşkalim bilinmekteeeee

Yapma, ı ıh, etme.. Şimdi sırası değil.
Anlamıyor, anlayamayacak biliyorum. Sallanıyoruz. İsrafil sur’u üflemişte yeri altımızdan elleriyle çekiyormuş gibi dengesiziz. Kulağımın bir köşesinde durağın ismi mırıldanılıyor. “Ayvansaray”
“Tamam” diyorum içimden, “tamam olum sabret, Mecidiyeköy durağına ne kaldı ki.” Anlamıyor, anlamayacak biliyorum. Israr ediyor. Yineliyorum; yapma.. ı ıh, yavv yokk, şimdi sırası mıııı. Hayır, durmayacağını biliyordum en az cumhurbaşkanımızın samimiyetsizliğini bildiğim kadar. Of, araya politik mesaj şey ettim.

Kadınların kıçının sağ yanağı sol yanağına göre daha sert, bunu üçüncü kadından sonra çok daha iyi anlıyorum. İnsanlar psikopat, sapık. Ya da Tanrı tarafından üzerime yerleştirilen bir şey metrobüste kadınların popolarını benim kasıklarıma doğru çekiyor. Hayır, eksenimi nereye çevirirsem çevireyim yaş,din,dil,ırk fark etmeksizin her türden kadın nasıl oluyor da benim önümde oluyor.
Otuzlu yaşlarında güzel bir hatun tam yanımda. Anlamıyor mimiklerimden. İstemiyorum demek istiyorum ama demek ki diyemiyorum. Biri görse, ne yapıyorsun sen bu kadına dese, kimse kadının iki saatir götünü bana sürttüğüne filan bakmaz. Gelir benim ağzımı burnumu kırarlar, peşine bir ihtimal sikimi kesip ağzıma dayarlar. “Belki” dye içimden geçiyorum, “Keserlerse belki dikerler, bir süre sonra tekrardan kullanmaya başlayabilirim.”

Sırf böyle durumlardan etkilenip kademe kademe büyümesin diye benim ufaklığın aklına binbir türlü kötü şey getiriyorum. Öyle diyorlar ya, böylesi bir durumda kalırsanız eğer hep kötü şeyler düşünün. Ama yok, ne mimiklerim ne de aklıma getirdiğim envai çeşit kötü düşünceler engel olamıyor. Kadın güzel, çok güzel. Belki bir çok çiçek adından bile daha güzel. Düşünüyorum. Evet evet, arada düşünmek gibi çılgınlıklar yapabiliyorum. “Bu kadın” diyorum, “ben de ne buldu da iki saatir dayıyor.” Korkuyorum, hem de çok.  Aklıma çocukken aldığım atarinin ertesi gün bozulması geliyor. Küçülme olmuyor ama hüzünleniyorum. İçimdeki bu çocuksu hüznün bir adı oluyor ve bağırmaya başlıyor. Ağlamaklı oluyorum ama benden bağımsız kuzeydoğu yönüne doğru ilerleyen etime engel olamıyorum. Korkuyorum. Biri şimdi sapık diye bağıracak. Aklım gidiyor. Düşünüyorum yine. “Bari” diyorum içimden, pantolonu insan gibi çıkarıp öyle kessinler, ve lütfen kan bulaşmasın, lekesi çıkmıyormuş. Yaz için açık renkli aldım bu kotu. Yüz on lira verdim. Beni sikseler çıkarmam. Beş gündür beraber yatıyorum pantolonla. O kadar para vermişim, bir de askılıkta mı duracak ulan!

Aklım bu gitgellere daha fazla dayanamıyor. Tökezliyorum. Akabinde bir sevinç gülümsemesi oluşuyor gamzesiz yanağımda. Aşağıyı yokluyorum. Elle yokladığım için sağ elimin dışı kadına sürtüyor. Sürtmenin verdiği bohem bir hava oturuyor benliğime. “Ulan” diyorum, “bir de Ramazandayız. Bana yapacaklarını yüzle çarp, binle topla.” Canım sıkılıyor. Nefes alamıyorum. Toplu taşımada nefes almaya yer kalmadığını görünce sorunun benden kaynaklanmadığını düşünüyorum. Orta okulda arka sırada edebiyat dersinde çektiğimiz toplu otuzbir terapisine odaklanıp erkekliğimden utanmak istiyorum, beni perişan edecek öbeği edebiyat öğretmenimin dik göğüsleri yok ediyor. “Of” diyorum, “sikerim böyle işi, sen misin bana dayayan” sert taraflarımdan yükleniyorum yumuşak yerlerine doğru. Ben ileri ittikçe o bana doğru geri hamle yapıyor. Dayının biri köşede duruma uyanıyor, “Tövbe estağfurullah” deyip anlamını bilmediğinden emin olduğum bir sitem sözcüğünü kusuyor. Gözlerim dönmüş. Ben ileri kadın geri. Böyle bir yüklenme iki kişiden oluşan bizi tek insana düşürecek biliyorum. Ya ben, ya da kadın benim içime kaçacak. Of,puf ediyor. “Ne oldu lan yarrraaam” mimiği oluşuyor suratımda, giderek çirkinleşiyorum. Entel ve beyefendi kimliğimden saliseler içerisinde çıkıyorum. 

Yapma, etme, dur mimiğimi anlamayan kadın, “nabıyon lan yarrraaam” mimiğimi anlıyor. Kaşları çatılıyor. Hüzünlü insanları göz bebeğinden anlarım. Bir hüzün oluşuyor yüzünde. Aklıma Yeditepe İstanbul dizisinin fon müziği iniyor. Fon müziği dalga dalga yayıldıkça iç organlarımda bende bir küçülme oluşuyor. Kadın da benden yoruluyoruz saatlerce hayvanlar gibi çiftleşmişiz gibi. Hayvanlar gibinin altını çiziyorum, anladınız siz. Anlamadıysanız da sizi kınıyorum. Benim küçülen etim onun yüzündeki hüznü mutsuzluğa çeviriyor. “Yeter amına koyayım ben de insanım daa” mimiği beliriyor yüzümde, hafiften arkası dönük bana bakıp bu mimiği anlıyor. Onca değdirmeden sonra tam inmeden önce Yeditepe İstanbul’dan bir replik söylüyorum kadına;



Şaka şaka siktir olup gidiyorum.


6 Haziran 2016 Pazartesi

Bilinçsiz Deli


Neden iki duvar aralarını seçiyorsun ve hep aynı yerdesin, bunun bize sebebini söyleyebilir misin?
-Yıı.. Yok, sadece orada olmalıyım diyorum kendime. Belki kaçış için plan yapıyor da olabilirim. Bilmiyorum. Sizce önemli mi? Orada değil de dört adım ilerideki kanepenin üzerinde olsam ne olacak. Bana çıkan sesleri mi soracaksınız, rahatlığından mı bahsedeceksiniz, öğrenmek istediğiniz ne? Bir kere çok manasız bakıyorsunuz bana. İnsan bir şey düşünmeden nasıl yaşayabilir? Mesela sen, evet evet, gözlüklü top sakallı olan. Üzerindeki giysinin rengi niye beyaz, niye o orada? Sizler mesela, taktınız ya benim köşe başında çömelip düşünmeme. Peki sizlere dayatılan ve konumuzu belli edecek o dört duvar arasındaki süregelmiş zelzelenize ne diyeceksiniz? Siz sorguladınız mı niçin buradayım, neden her gün aynı yerdeyim? Sizin benden bir farkınız yok. Tek farkınız özgürce sevişmek. Tek farkınız düşünmeden yıllarınızı heba etmek.

Düşünebilmeyi bir dayatma olarak gördüğünün farkında mısın? Bu sana zarar veriyor. Ve tahmin edersin ki bu yüzden buradasın.
-Bana biçtiğiniz pay umrumda değil. Hem sorgulasam ne olacak. Bana sormadan aldığınız kurallarınız yüzünden bana istediğinizi yapacaksınız nasılsa. Benim Tanrım olmaya çalışıyorsunuz lâkin burada gökyüzü yok. Benim Tanrım orada, üzgünüm bayım.

Bu demek oluyor ki bir şeylere inanabiliyorsun.
-Bir şeylere inanmak beni bir şeylere bağlıyorsa bu şartlanmaktır. Beeen ezelden beridir hür yaşarım hür yaşarım, hangi çılgın banaaaaa hahahhahahah, çıkarın beni buradan orospu çocuklarıııı! Çıkar çıkmaz karını sikeceğim gözünün önünde!

Çırpınman boşuna, buradan çıkamazsın bu şekilde. Kaça bölüyorsun zihnini, bi an dünya beyefendisi biri olurken, nasıl birden çığrından çıkabiliyorsun! Sana kızmıyorum, çünkü zihnini kontrol edemiyorsun. Güçsüzsün sen, itiraf et! Belki itiraf etsen her şey düzelecek, boşalt zihnini!
-Karını boşalttığım gibi mi? hahahha altımda nasıl da inliyordu. Gülme lan, piç! gülmesenize. Anlayamıyorum. Anlatamıyorum. Anlamıyorsunuz. Beynim uğulduyor. Tüm harfler birer ses bombası ve milyarlarcası aynı anda patlıyor. Yardım edin bana. Gördüm notunuzu, "bilinçli deli" yazmışsınız bana. bildiklerim tek tek patlıyor beynimin içinde. Lütfen beynimi yok edin. Lütfen bu acıya bir son verin. Hem dünyanın en hissiz adamıyken hem milyarlarca insanın hissedebileceği şeyleri tek seferde hissetmek. Korkunç. Korkuyorum. Beni bilinçsiz deli yapın. Yemin olsun karınızı sikmeyeceğim. Yemin olsun o duvar aralarında karınca sürülerinin beynimi kemirmesine izin vereceğim. Açın beni, kurtarın beni. İçimdeki öfke tüm evreni yutabilir, Tanrıya ulaşabilmek için gök yüzünüzü delebilirim. Lütfen, kurtarın beni. Tanrınız bile olabilir! Bütün kitapları tek seferde yok edip, benliğinize yerleşmiş bütün kurallarınızı yok edebilirim. Haydi, lütfen; bilinçli deli olmak istiyorum. Kurtarın beni!

Hemşire hanım, iki doz daha uyuşturucu lütfen.
Uyu.. Evet böyle..
Bilinçli deliler kervanına gireceksin, inanıyorum.