25 Şubat 2015 Çarşamba

Yine mi güzeliz, yine mi Çiçek

Fotoğraf Ot Dergisi Şubat sayısından alınmıştır.

Sağ yanında duran çayının dumanıyla göz göze geldi Ragıp. Dumanın şekillerini olabildiğince takip etmeye özen gösterdi. İnsanlığını unutup kısa sürede olsa çayın içinde dem olmaya doğru yol alacaktı ki Bilal’in kaşık sesiyle irkilip eski kimliğine geri döndü.

Dört metre arkasından “Selamun Aleykum” sesini duyduktan sonra oturuşunu düzeltip selama karşılık verdi; “Ve Aleykum Selam” kardeşim. Gelen Yılmaz’dı, sessizce masalarına çöktü, çaycıyla göz göze gelmesi bile yetti, iki dakika sonra açık çayı geldi. Çayından ilk yudumu alırken Bilal söze girdi.
“Yav arkadaş, ben anlamıyorum; bu insanlar neden böyle ki? Sebebini, anlamını bilmediğimiz o kadar çok şey var ki etrafımızda, biz ne yapıyoruz ha ne yapıyoruz? Mesela biriniz bana cevap verin, neden buradayız? Bu kurallar, kurallarımız niçin var? Neden bir şeylere uymak için çabalıyoruz kendimizi, var mı bunun bir cevabı?”
Söyledikleri aynı masada oturan arkadaşlarını rahatsız etti. Özellikle Yılmaz kaş göz yaparak durumdan rahatsız olduğunu açık şekilde bütün kahveye belli etti. Ragıp hâlâ bir şeylere gözünü iliştirip o şeyin içine aktarmayı düşünüyordu kendini. Bu sefer küllüğün içinde ki küle odaklandı dakikalarca. Kül-Duman-Tütün üçlemini harmanlayıp gri bir dumana dönüştüğünü hissettiği an kahveci Veysel’in sesiyle irkildi bu kez;
“Lan abuk subuk konuşmayın, ne kurallarından bahsediyorsunuz. Tek bildiğiniz kural okeyin,batağın,tavlanın kuralı; hayatınızda kurallı bir şey kaç defa  gördünüz de böyle konuşuyorsunuz.”
Veysel’den gazı alan mahallenin tüpçüsü Rıza da kahkahalarla çıkıştı, ses tonunu lakayıt bir şekilde ciddileştirerek; “Evet.. Bilal, Ragıp, Yılmaz; tabii ki kurallar bizim için önemli, mesela otuzbir çekerken muhâkkak otuzbir den fazla şakşaklanmalı, yoksa caiz değildir değil mii ya ihahhah- hahahah-“
Bilal ve Yılmaz çaylarından sert bir yudum aldı. Gözleri Ragıp’a ilişti. Sandalyesini kahvenin camına iyice yaklaştırıp sıcak nefesiyle camı buğulaştırıp bir şeyler yazmaya çalışıyordu. Camın buğusu gittikçe ivedilikle aynı hassasiyetle cama tekrardan hohlayıp buğulanmasını sağlıyordu.

Bilal, Yılmaz’a dönüp; “Oğlum bu Ragıp’ın hâli hâl değil,  götürmeyecektik bunu hata ettik.”
“Bir şey olmaz, zaten iki gram beyni vardı o gitse de bir şey olmaz. Davamızdan dönmeyeceğiz, ben yokum diyorsan sorun yok Bilal, kızmam darılmam. Bu düzen için bu düzmeceler şart, katlanacağız artık.”
“Sen ne yaptın toprak işini, çiçekleri ektin mi?
Ragıp birden kendine geldi, yüzünde hem ağlamaklı hem de saatlerce gülebilecek bir ifade vardı. Alt dudağı titreye titreye Yılmaz’a seslendi;
“Yılmaz, Çiçek yeniden açacak değil mi? Sadece solduğu için gömdük, tekrardan..”
“Açacak Ragıp, Çiçek gibi nice solanlar toprağın altına girip tekrardan yeşerecek..”

Ragıp ceketinin iç cebinden çıkardığı beyaz kağıttaki birinci maddenin üzerini çizdi. Üzerini çizdiği maddenin üst başlığında şu yazıyordu; “Normal Olanlar”, hemen altında “a” kapa parantez “Yeniden yeşerebilecekleri dikkatlice seçip çoğaltmak üzere büyük titizlikle gömmek.”
Çizme işlemini tamamladıktan sonra Yılmaz’dan da kafa onayını aldı.

Normalliğin bir hastalık olduğunu savunuyordu Yılmaz, bu yüzden dünyada ki bütün normal insanlara düşmandı. Bir nevi normalleri kıskanıyordu. Anormallik ona göre yanmış bir plastikti vücuda yapışan. Çünkü dünyada ki 10 kişiden 9’u anormaldi. Araya kaynayan o her bir kişiyi yine kendi anormalliğinde cezalandırdı. Bu tuhaf üçlünün ilk kurbanının adı Çiçek’ti. O kadar normaldi ki her şeyi, 3000 kişilik kasabanın içinden kolaylıkla seçiliyordu. On iki yaşında birden ortalıktan kayboldu. Ailesi ile birlikte 100 kişilik bir ekip arada, ama bulunamadı.
Çiçek adının hakkını verircesine toprağın altında yerini almıştı elleri arkadan bağlı ve kulak deliği dahil bütün deliğine giren hastalıklı penislerle birlikte.
Kusursuz bir denek olmuştu Yılmaz’ın gözünde. Aylarca aç kalmış çakal sürüsünün arasında tapteze etiyle yem olmuştu. Tabii ki parçalamıştı bu sürü onu. Yılmaz’ın burada ki amacı normal olmayan ama normal gibi görünenleri temizlemekti. Normalleri en yalın haliyle görebilmek için öncelikle normal gibi görünenleri temizlemesi gerekirdi. Tabii ki bu çok kolaydı. Yaşları birbirinden bağımsız kırkbir kişi Çiçeği lime lime ederek öldürdü. Yılmaz önce bu durumu izledi, bir dersi dinler gibi defterine notu altıktan sonra kırk iki kişiyi ayrı günlerde Ragıp ve Bilal’le boğarak öldürdü.

Kahveci Veysel Yılmaz’a seslendi;
“Haydi Yılmaz seni beklerler, bekletme çok değerli kardeşlerini hahahah-ihihihi”
İçeride ki yaklaşık otuz kişilik topluluğu Allah’ın adıyla selamladı Yılmaz.  Sarığını başına takıp en başta ki safta yerini aldı.
“Ey cemaat, git gide azalıyoruz; bu beni çok üzüyor. Allah bizi yolundan esirgemesin, bizi saptırmasın..”
Ve kasabanın en genç imamı Yılmaz, namazına başladı;
“Allahu Ekber”

Seri katil denemeleri bilmem kaç
Belki olurun belkisi..
devam eder mi ki

18 Şubat 2015 Çarşamba

Bir Sapın 14 Şubat'ı (3)


   
Diğer seriler;
“ 14 Şubat “ 
Saat  08:45

“Azimle sıçan duvarı delermiş” dediler, ben olayı yanlış anladım gittim boyuna sıçtım, ulan kimse bana demedi ki orada ki “sıçan” sıçmak değil de “fare diye. Neyse ne, azmettim ve başardım. Artık düzenli yaşama geçtim, her şeyim düzenli anasını satayım. Sabah kalkmak diye bir olay varmış ya, ne güzel..
“ Saat  11:00 “

Yav sabah kalkmak iyi hoş güzelde, sen free çalışan adamsın be adam, ne sikime kalkarsın sabah sabah. Ulan bak yine kararlarımı sorgular oldum. Hayır olum, insan gibi erken yatıp erken kalkacaksın. En büyük düzenli yaptığım şey otuzbir çekmek, yav kaç yaşına geldim be yeter yeter.



15 Şubat 2015 Pazar

Siyah Sperm




Şimdi size insan olmanın ne denli bir çılgınlık olduğunu anlatacağım.
Nasıl anlatacağım onu da bilmiyorum. Neyse, bir gireyim de elbet gelir gerisi.Şimdi bu siktiğimin ırkı kaç yüzyıldır var dimi, biz de denk düşmüşüz işte ebeveynimiz azmış, diğeri onu bir yoklamış ve biz çıkmışız. Kimimiz son anda olmuşuz ha. Hani tam erkek ırkı kadın ırkının vajinasının içindeyken o ilikten penise doğru bir şey gelir ya, o dışarı ya çıkamamış amına koyayım. Gitmiş vajinanın içine yerleşmiş. Yerleşmekle kalmamış gitmiş bir de oraya yerleşmiş. Ulan bak sen Allah’ın işine, oraya yerleşmekle de kalmamış bir de türemiş, cenin olma yolunda bir adım atmış. Vay puşt sperm vay..

Sonra doğduk işte bir şekilde. Bize belirtilen zamanda anamızın amından çıkıp dünyaya geldik. Sonra “kader” diye niteledikleri bazı şeyleri bize kitlediler. Kimisi hastalıktan geberip gitti, kimimize araba çarptı, uçak çarptı bir şey oldu.
Bizlere iyi ve kötüyü ayırt etmemizi sağlarken ortaya bir cennet ve cehennem kavramı atıp Tanrı’nın tüm her şeyi görebileceğini iddia ettiler. Sevdik onu, hakikaten sevdik la. Yani en azından ben çok sevdim. Başına buyruk bir adam olduğumu biliyorum. Kimi zaman ben bile sorguluyorum bazı şeyleri. Korkuyorum sonra.. Sığınacak başka kimsem yok çünkü benim. İnanmak zorundayım, yoksa çıldırırım ulan anlıyor musunuz.

Amına koyayım ulan, bu aralar ben ben değilim.
Bugün ben bende değilim. Hay sikeyim böyle işi. Erkek olduğum için utandığım başka bir gün hatırlamıyorum. Yok lan hatırlıyorum.. Yine böyle bir tecavüz olayında yazmıştım; erkek olduğumdan utanıyorum demiştim. Yarrak utanıyorum! Amına koduğumun düzeni işte böyle sikip atıyor bütün sinir sistemimi. Çünkü her ne olursa olsun, insan her bir boka alışıyor. İşte bak şimdi en başta yazdığım yerdeyim, kafayı kaldırın da ilk cümlemi bir daha okuyun.
Hatırladınız mı sizde? Hiç geçmeyecek dediğiniz şeyler nasıl gelip geçmiş. Hayat bizimle nasıl taşak geçmiş hatırladınız mı? Dönüp geçmişe bakın, kimler geldi kimler geçti.
Evet, sana diyorum.. En yakınını kaybettikten sonra kaç ay bu şekil devam ettin? Dur ben sana söyliyeyim; belki iki, belki üç ay sonra yine güldün, yine mutluluk naraları attın, yine seviştin hem de çatır çatır. Belki de bu acıya ortak olacak bir spermi vajinana hapsettin. Ve yine, ve yine, ve her zaman.. Alışıyoruz amına koyayım. Bugün yirmi yaşında ki o canın gittiğine de alışacağız ya benim öfkem buna, benim öfkem insanlığa, benim öfkem insanlığın Tanrı’sına!

Olum yeter lan. Ey düzen yeter lan. Ne istiyorsunuz lan artık, ne?
Biz niye varız ha, niye. Bu adilerin, şeref yoksunlarının cehennemde yanacağını ümit etmek için mi varız? Yarın öbürgün yine güleceğim/güleceğiz, ağlayacağız. Yine sikimizi elimize alıp bir vajinanın içine nasıl girip çıktığımızı hayal edip içimizde ki pislikleri boşaltacağız? Sadri ağabey de diyor ya, o zaman niçin bu matem? Niçin ha niçin?
Hadi şimdi siktir olup gidin,
Siktir olup gidelim.
Bu düzen, böyle bir düzen…

6 Şubat 2015 Cuma

- DÜŞÜK BİR DÜŞ -


Benimkisi kısa süren bir düştü
Düşler ülkesinden bir elma düştü
Ve cennetin bilimum melekleri
Düşümden uyanışıma koro halinde gülüştü
"Haa haaaa hoooooo"
Arkadaşlık ne güzel değilmi arkadaş
Düşün ki düşlerini bile paylaşabiliyorsun
Düşün ki düşün düşmemiş düşülmeyesi karanlıklara
Ve sen en sevdiğin türküyü söylerken o körolmayasıcaya
Düş bu ya, bende saz çalıyorum
Akordu bozuk bir cennet parçasında..

t.yazıcı

2 Şubat 2015 Pazartesi

Size Gerçek Palyaconun Hikayesini Anlatayım mı?

               
 Bizler insan ırkı olarak, insan olarak dünyaya gelmenin vebaliyle yaşadık / yaşıyoruz ömrümüz boyunca. Kusursuz bir şekilde donatılmış vücudumuzu bir zırh gibi kullanırız kimi zaman. Yani ne kadar canımız yanarsa yansın, yanmıyormuş gibi gösterebiliriz çok basit şekilde. Bunu sağlamanın en kolay yolu da gülümsemektir. Şairin de dediği gibi; “gülmek bir mermiden daha ucuz..”

Yine biz insanlara verilen en değişik duygulardan biri de duyguları gizlemektir. Yüzyıllardır var olan ve günümüze gelen hiç gülmeyen palyaçonun hikâyesini hepimiz biliriz sanırım. Zaten “Palyaço” kavramı anlatmak istediğim olguyu en iyi anlatan bir oluşum. Düşünsenize, ne kadar canınız yanarsa yansın, başınıza ne gelirse gelsin gülmek ve güldürmek zorundasınız her zaman..
Ayhan abi hayatımda gördüğüm en kusursuz palyaçoydu. Belki bu kavramdan haberi yoktu ama, öyle güzel dondururdu ki derdini kendi içinde, herkes bu adamı dertsiz tasasız biri sanardı. Hatta onu geçtim, insan onun yanında kendi derdini bile unuturdu. Ayhan abinin yüzüne baktığımızda bile içimizi bir huzur, bir neşe kaplardı. “Sikmişim dünyanın derdini” derdi devamlı. Çünkü başka türlü katlanamazdı yaşadıklarına, gördüklerine. Dünyanın sayılı fakirlerinden biriydi, bundan emindim. Ne kimseden yardım alırdı, ne de uzatılan yardımları elinin tersiyle iterdi. Evet, böyle karmaşık bir durumdu Ayhan abide ki. 

Bir şey vermek istediğimiz zaman, vereceğimiz şeye ihtiyacının olmadığını öyle güzel anlatırdı ki ikna olurduk. Hem de öyle böyle değil. Gider kendi kendimize veryansın ederdik, “niye böyle bir şeyi teklif ettik” diye.
Ayhan abinin bir diğer güzel özelliği de kurduğu cümleler.
İlkokul terk olmasına rağmen o kadar güzel seçerdi ki kelimelerini şaşar kalırdık. Bakın kendimden yola çıkarak söylüyorum, ikili diyaloglarda çoğu zaman karşımda ki söylenenin söylediklerini anlayamam, en azından hepsini. Hatta bazen gerçekten gerizekalı olduğumu düşünürüm bu yüzden. Ayhan abiyle konuştuktan sonra her seferinde bu tezimi yırtıp atıyordum. “Bak gördün mü Tolga” diyordum, “demek ki salak değilmişim. Sadece kafamda o kadar çok şey dönüyor ki aynı anda, kafamda ki ses mi konuşuyor yoksa karşımda ki insan mı anlayamıyorum.”
Ayhan abi konuştuğu zaman kurduğu cümleyi bırakın kelimesine kadar aklımda kalırdı. Hayatımda hiç bu kadar güzel koyan birini görmedim. Cümlenin içine “amına koyayım” ı öyle güzel eklerdi ki, ulan hakikaten koyasın gelirdi be. Bakın çok ciddiyim. Her seferinde kullanmazdı o erkeklerin gizli öznesi olan küfrü. Ama kullandığı zaman öyle güzel olurdu ki o cümle, derdin ki buraya o “amına koyayım” gelmezse bu cümle cümle olmaz, hatta hiçbir şey olmaz. Başka dilde bişey olur o iki kelimenin yanında ki kelimeler. Ayhan abinin o betimlemesi bir çam ağacı olurdu ve diğer kelimeleri kendi kökünün içinde kaynatırdı, ortaya da nefis bir cümle çıkardı.
İkibindokuz Ayhan abi için zor geçti. Bir oğlu vardı adı Yusuf, arada gelir Ayhan abiden para alıp giderdi, kimse ne iş yapar bir türlü çözemedi. Ayhan abiye sorduğumuzda da yine kelimelerinin ilizyonunu kullanır, bize sorduğumuz soruyu unutturur; akabinde farklı konunun tam ortasına bizi atardı.