25 Aralık 2013 Çarşamba

Kelimeler.. Bazı anlamlara gelmiyor




Hayat gelip geçiyor kocaman soru işaretleri eşliğinde. Bazen bir gizli özne oluyor , biz anlamasak da bizi oradan oraya sürüklüyor. Aslında bu hep geçerli. Bir yerlerde durmuş götüm götüm bizi izlediğinden eminim. Elimden gelse tüm insanları öldürürüm , teker teker. Her birinin gözbebeğinin içine burun deliğimi sokarak. Sonra bir tek ben kalırım dünya da , sadece ben.”Dünyada ki tek erkek kalsan” geyiğine inat sadece ben. Zaten.. zaten ne farkı var ki milyarlarca insanın etrafımda olmasının . Ben insanlardan kaçıyorum , bırakın da bu dünya da sessizliğin konçertosunu dinleyeyim. Hiç merak etmeyin İsrafil’in Sur’unu gidip çalarım , yapmadığım iş değil – yani hiç sur çalmadım ama onu da yapabilirim sanırım.
Bu dünyaya yeni baştan gelmek yıkandıktan sonra aynı donu giymeye benzer.Kendi kendimi kontrol edemiyorum. Ama sorarım size ben bir kere giydim , ben şimdi ne yapmış oluyorum. Bu dünyaya kaç defa geldim ben.. Söyleyin bana, bu milyarlarca spermin kaçıncısıyım!

Yürüyorum şimdi okyanusun sesine doğru. Bu seste bir büyü var. Bu seste bir haykırış var. Sanki milyarlarca saf ve temiz duygu bu okyanuslarda / maviliklerde git gel yapıyor. Ama duyabiliyorum bir yerlerde saf ve temiz bir şeylerin olduğunu , alabiliyorum yosunların pür pak aşklarının doğurduğu deniz analarının etrafa salgıladıkları kokuyu.
Beni en çok kaygılandıran şey bir gün bir deniz anasının tenime yapışması! Hayır Hayır! Bunu düşünmek bile istemiyorum . Ne tenime bakabilme cesaretim var ne de bir saf duyguyu daha kirletmeye.
Deniz analarının tende bıraktığı izler Tanrı’nın bir mim’i. Yani diyor ki bu kulum günahkar , bu kulum suçlu! Böyle bir şey hayatımın en kötü anı olurdu herhalde. Bunca yıl kaçtığım insanlık , bunca yıl grileştirdiğim ruhum birden gün yüzüne çıkma ihtimali çok korkunç..Hayır , hazır değilim!
Hiç bir saf duyguya tahammülüm yok benim! Güneşe karartılmış gözlükle bakan insanlar gibi , yalnızken aynayı saatlerce seyreden insanlar gibi nefret ediyorum saflıktan ve doğallıktan.
İşim gücüm nefret etmek değil her bir şeyden. Sadece bu sahteliği kaldırmıyor sol yanım. Gücüme gidiyor insan bedeninin bu şekil de kullanılması. İçimize gizlediğimiz ruhların ceremesini çekiyor sürekli et parçalarımız. Madem sadece et parçasıyız , madem bu sahte duygular her şeyimizi kaplıyor , o zaman tüm yasakları bir kenara bırakıp kadınla erkeği daima seviştiririm. Çünkü, insanları çoğaltmak yine insanların elinde. Çünkü hayatın bizlere biçtiği seviştikten sonra gidip yıkanmak! Öyleyse insanlık neden kirletiyor bedenini , öyleyse neden ana rahmine yollanıyor bunca sperm. Hayır Hayır! Bana doğallıktan bahsetme, az önce keselendim , bir çakıl taşı kadar kimsesizim.


İnanmak istiyorum bazı şeylere.
Bazı şeylerin izlerini düşünüyorum. Saflığımdan kalan o tek çukura bakıyorum ayna karşısında. Göbeğime.
Çocukken de var ve yıldızlar ülkesine gidene kadar sende olan tek gerçek. Böyle olacağını bilsem kestirmezdim. Ana karnında büyüyüp orada ölmeyi yeğlerdim. Elim gidiyor sürekli bu kara deliğe , engel olamıyorum. Ey Zahir-i Gafiller , en büyük geyiğimiz değil midir “bu adam göbeğininin deliğinde pamuk tarlası yetiştiriyor” (Rıhrıhrıhrıh) gülme lan! Başkalarının zayıf tarafını pörtletmek değil amacım. Anlatmak istediğim , insanlık içinde ki saflığı keşfediyor , insanlık elini o çukura götürüyor devamlı insanlığını hatırlamak için. Bende götürüyorum,  kendi insanlığımı anlamak için. Mesafeye dikkat! Bir karış aşağısı bedenimizin bize oynadığı bir saflık oyunu.
İnanmıyorsan ölç!

İnsanlıkla ilgili en sevdiğim şey onlarla konuşmak. Belki de aklımızla sınanmamızın en doğal sonucu konuşmak. Bizlere sunulan en gaddar yalan değil midir “beyaz yalan” diye tabir edip yalan söylemek.
“Beyaz” ve “Yalan” !
Hani Beyaz saflığın simgesiydi. O zaman sorarım size bu dünya da saflık ne! Saflık kim.
İnsanlık her şey kötü gittiği zaman uyduracak bir şey daima buluyor. Peki o zaman nedir bu kafamızda biriktirdiğimiz kelimelerin anlamı ve yeri. Niye * Kim !
Madem bir gün göç edeceksek bu dünyadan o zaman insanlık neden uyuyor geceleri.
Geceler karanlık.. Geceler sessiz..
Geceyi seviyorum.. Tüm sevmediklerim uyuyor.
“Bu karanlık böyle iyi, aferin Tanrıya!
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum..”
Sessizliğin sesi ancak o zaman.. ancak o zaman içimde ki tüm insanlığı öldürme fikrinden vazgeçebiliyorum. Belki de bir mesaj. İnsanlık bazen ölüyor , insanlık her zaman ölüyor bebekleri ve çocukları katlederek. Başkalarına göre ben biraz kaçık olabilirim ama uyuyamıyorum! Aklımı alıyor saflıkla ve günahsızlıkla biçimlendirdiğimiz çocukların acı çekmesi. Sorarım size , bir bebeğe tecavüz eden bir dünyanın neresinde aramalıyım ben bu saflığı. Ama inanıyorum geceye! Tanrı’nın insanlığı hipnotize ettiği o anlarda uyanık olmayı seviyorum. Bir yerlerde beni izliyor , tek kurtulmak istediğim korku bu. Bir yerler de birileri beni izliyor. İşte o zaman korkuyorum kendimden. İşte o zaman bir kez daha götürüyorum elimi içimde ki kara deliğin doruk noktasına , en saflığıma , en ilkel yanıma..


Ne kadar çok şey sığdırıyoruz beynimize hiç düşündünüz mü?
Bunu düşünürken bile kelimeler oradan oraya yolculuk yapıyor iki dudağınızın arasından çıkmak için. Bazen düşünüyorum da içimde altı milyar insana yetecek kadar küfür var. Hem de en mahrem yerlerine. Öyle bakma bana. Sadece geceleri gün yüzüne çıkıyor bu yanım. İsmimin ikinci harfi gibi ay dönüp duruyor tepemde. Korkmuyorum. Ben bazı şeylerden korkmuyorum konuşmak gibi.
Sadece.. sadece kendimle konuşurken çok çekiniyorum , böyle önümü iliklemeyi filan düşünüyorum sonra bir bakıyorum uygulamışım. Konuşurken mesela gözlerimin içine bakamıyorum korkuyorum bana yalan söylemesinden. Yalan söylediğimi anlarsa bana çok küfreder bu piç biliyorum. Suuss , sus lan sus duyacak! Susamam hayır!
Ben artık beni anlamasını istiyorum , ben artık gözlerimin içinde ki kini ve nefreti görmek istiyorum. Bu kadar oyun yeter. Okyanustan karaya vurmuş balinalar gibi çaresizim. Ama bir yanım hala taze. Vallahi billahi bak! Etimden sütümden yararlanılabilir , boku bokuna çırpınmak istemiyorum. En çok utandığım şey çırpındığımın görülmesi. Çünkü çok battım çıktım ben. Hikâyenin bittiğini düşündüğüm anda nefes aldım ben ta suyun içinde! En dipten geldim ben bu karaya. Ama biliyorum bir gün bir siyah mendil çıkacak , bir siyah mendil sallanacak bana doğru. Yirmi beş yaşındayım ortasında olmalıyım ben bu okyanusun , başka türlüsü güç başka türlüsü korkutur beni.. Uzaktan insan seslerini duyuyorum halâ. O halde kimden kaçtım ben. Yirmi beş yaşındayım , ama biliyorum kıyısında bir yerdeyim milyarlarca kelimenin ve saflığın.. Keşke diyorum bazen..

Keşke ben kaçmasaydım insanlardan
Belki o zaman haberdar olabilirdim tatlardan ve kokulardan. Bir papatyayı örneğin yapraklarını tek tek kopartıp sapını birinin götüne sokabilirdim. Hayır! Olmuyor işte yapamıyorum. İçimde ki kin, bu insanlara duyduğum kin bitmek bilmiyor.
Oysa böyle değildim ben , elimde bir demet çiçekle geçmiştim bütün caddeleri bir papatya prensese vermek için. Ne zordur bilir misiniz elde bir demet sokakları aşındırmak. Bir zamanlar atıyordu sol yanım. Ama şimdi ?
Anlamıyorum hiçbir şeyi. Anlamıyorum geçmişimi. Anlamak istemiyorum geçmişte beni bekleyenleri. Küçük oyunlar oynamak için artık çok geç. Fakat sorarım size “aşk”  sevilesi bir şeyse neden üç harfli. Hani gelmesinden korktuğumuz için söyleyemediğimiz o üç harfli vardı ya. Ben çok korkuyordum ondan , o yüzden hep “üç harfliler” dedim onlara. Ama “aşk” da dedim. Ya gelirse ?
Ya gelirse bir kadın bedeninde..
İşte o zaman siper etmeye hazırım tüm kelimelerimi. Ondan gayrı bir şeyim yok benim. Yiğitsen uslandır beni!
Ey üç harfli sana sesleniyorum.
Eğer geldiysen bir işaret etmeni istiyorum sol yanıma..
Sadece iki sihirli kelime..
“Seni Seviyorum..”

-----
Bu bir cümle tamamlama mim'iydi.
Güzel soruları için Kedimin Hobi Defteri'ne teşekkür ediyorum.
Bir öncekilerden çok daha iyi ve huzurlu bir yıl dilerim.
Kelimeleriniz daim olsun.

21 Aralık 2013 Cumartesi

- BEKLEYİN -


Bekleyin beni, 
Bekleyin beni sığırcık kuşları, çiçekler
Ömür tüketen yollar, dağ başları
Ve isyanımın sessiz sığınakları
Kaçak esen rüzgârlar, göğsümdeki yara
Daha özgürlüğün ismini kazıyacağım
Dağların doruklarına..

Ağlamayın,
Gözlerinizde biriktirin sevinç gözyaşlarınızı
Hasretleri sıcak tutun yüreğinizde
Üşütmeyin,
Bekleyin..
Bekleyin beni, ansızın, birdenbire çıkıp geleceğim,
Daha dayanılmaz bir hasretin defterini düreceğim,
Ve kapı altlarından süzüleceğim bir gece yarısı,
Tarifsiz bir sıcaklıkla düşlerinize gireceğim..

t.yazıcı

17 Aralık 2013 Salı

- MASAL -


 Sokaklar hızlı adımlarla ilerleyen insanlarla doluydu,  
Sanki birileri mecbur etmiş onları da,  
Onun için can havliyle koşturuyorlardı çalışmaya.
 Bir hamal kendi yoksulluğuna inat,  
Tıka basa dolduruyordu küfesini,  
Vücuduna oranla çok iriydi elleri belki
Ama o eller henüz ısınmamıştı sıcak bir soba karşısında, 
Ve nefesinin sıcaklığı yetmiyordu onları avutmaya..

So-ğuk, çok soğuk esiyordu rüzgar.
Sulanmış gözleri ve kızarmış burnuyla,
Köşe başında bilet satıyor bir ihtiyar,
Kırış kırış yüzü, kırlanmış sakalı,
Başında takkesi ve bastonuyla,
Masallardan çıkmış nur yüzlü biri gibiydi sanki.
Ve masal dinlemeyeli bir altmış yıl olmuştu belki..

Masallar karın doyurmuyor
Eskiden olduğu gibi avutmuyordu insanı
So-ğuk, çok soğuk esiyordu rüzgâr
Tüm güzel masalları
Tam ortasından ikiye kesiyordu
Ve insanlık az ileride bir bankın üzerinde,
Titremeden uyumaya çalışıyordu..

t.yazıcı

11 Aralık 2013 Çarşamba

Kısa Kısa..



Ve sen gece gözlü esmer
Yüreğimdeki ayazın iç titreten tarafı,
Kancık düşlerimin kısırlaştırılmış  yanı..
Gülüşün içimi ısıtan şehirlere giden yollar
Sanki sabahları erkenden kalkıp
Arpa boyu yol gitmeden kavuşacaklar gibi.
Sanki bir sevdayı oturup yeni baştan yazacaklar gibi..
Sen içimde ki sonbahar
Yeşermeye yüz tutmuş bir fidan tanesi
Tutsam elimde
Yaz yağmuru kadar hür ve doğal
Senin yüzün denize inen sokaklar
Köşe başını mesken tutmuş sevdalılar
Ve umudunu bir sonra ki güne salmış
Ha oldu / ha olacak diye merakla bekleyen
Senin ellerin çıkmaz sokak
Hangi yana baksam
Düşlerimden firari bir sararmış yaprak
Sen ki;
Sanki hasreti bol bir mektup / bir şiir
Çalakaşık girdiğim bir mısra
Hem kim bilir
Belki bir üç noktanın suçudur
İçimdeki çaresizliğin…

t.yazıcı

2 Aralık 2013 Pazartesi

Biri beni silksinn!

Uyuyamıyorum..
Hayatın bize biçtiğini giydik hep. Hiçbir zaman sormadık bu nedir – niye bunu yapıyoruz diye. Bazen fazlasıyla düşündüğümü hissediyorum hiçbir şey düşünmeden. Umudumu onsekiz yaşında bir su birikintisine bıraktım ben ciğerimden törpülediğim ağız dolusu balgamla birlikte.. Önceden acılarımı bir mazgal kapağında biriktirir , yüreğime öyle salardım. Tek tek üzülmek istemiyorum hiçbir şeye. Hiçbir yalnızlığa. Gelecekse tümden gelsin. Beni körelten bu acı bu kaygı gelecekse tümden gelsin. Tek tek zor oluyor , zorlanıyorum içime alamıyorum. Sanki..sanki yıllar öncesinde baldırıma saplanan o bıçak gibi yakıp geçiyor tenimi her biri. Olum bu kadarı fazla , madem birbirinizden kopamıyorsunuz , o zaman kol hizasına geçin. Buharınız olmasa da , trencilik oynayarak girin içime. Ben hiç trencilik oynamadım. Yalnız kendimden hep saklandım ben , ruhumu çok uzaklara bıraktım.Kim bilir nerelere girmiştir ibne , açıkçası merak da etmiyorum ama korkutuyor beni.. Bir gün gelip sobe demesinden çok korkuyorum. Umarım arkamdan sinsice gelip “sobeee” diye bağırmaz. Çok korkuyorum ani seslere ben, ödüm kopuyor..
Hayır gözlerim dalma! yine geçmişe götürmesin bu durum seni.. Niye korkuyorsun bu kadar diye sorma kendine.. Aptallık yapan sensin. Siktir lan! Lan olum bak benimle düzgün konuş..
Kimsin olum sen..
Asıl sen kimsin..
Sen kimsin olum..
Hayır! Türk kavgasına döndü bu iş. Değil! Soruyorum sana , kimsin sen?
Kimim ulan ben..
Kalp diyorlar bana.. Beni bıraktığın yerdeyim yıllardır..
O oyunda kapı arkasına sakladım seni , nasıl bulamaz kimse. Kaçıyordum ben..
Ama sorarım sana , kaçtığımı kimse bilmediği için ben kimden kaçmış oldum. Kimse bilmiyor benim insanlardan kaçtığımı. Kaçtım ama kimden ? Tanrı’dan mı.
Değil!
Peki ya kimden!
Bilmiyorum ulan.. Neden kaçtığını bulamadığım firari bir kaçak var içimde. Bulsam sol mememde sallandıracağım. Ölümü izledin mi sen , ben izledim.. Günlerce , aylarca.. “Ruh” bedeninin en iyi dostudur , o gitti mi buz kesilirsin üşürsün..
Üşüyorum ben olum yarıdm et.. Sonu üç ünlemle biten cümle gibi kaskatı her yanım. İçimde ışığa dair bir şey görsem koşacağım , ama koşamıyorum. Ruhumu çok uzaklara bıraktım ben. Bulsam da gelmez geriye , ona ibne dedim. Arkasından konuşmuyorum , görsem yüzüne de derim. Onun bana biçtiklerini yapmakla geçti ömrüm. Bana kalan yalnızlıksa sonuna kadar yerine getirdim bir kuduz köpek kadar..

Kendi yalnızlığımın tanrısıyım ben.
Zevk alamıyorum ki hiçbir şeyden.
İlk öpüştüğüm kızı öpmeden önce , zevklimi diye sormuştum. Çok zevkli demişti.Beklediğim kadar değildi. Ama sevişmeyi keşfettikten sonra tüm sorularım silindi. İçimde ki hayvanı o zaman keşfettim. Ruhtan başka bir şey , beni yönlendiren elimi kolumu bağlayan. İşte o zaman anladım kapı arkasına sakladığım organa ihtiyacım olmadığına.
Beni özlediğini biliyorum..
Ne yalan söyleyeyim ben de özledim. Ama bunu sakın ona söylemeyin.
Söylerse gidip aşk’la meşkle uğraşmaya kalkışıyor. Ruhumu gönderdiğimden beri tamamen savunmasız bedenim. Aşk , Tanrı’nın insanları oyalamak ve yanına daha savunmasız alabilmek için uyguladığı bir metot.
Siktir lan! Yalnızlıktan geberiyorum demiyorsun da , sanki gelse yok diyeceksin.
Verse yok demem , gelse derim.
Sen kimsin lan!
“Sobeeeee”
Ha siktir! Korkmadım.
Ee niye korkmadım , sen kimsin?
O kapı vardı ya hani
Tabi yaa , geldin demek.. ee ne olmuş o kapıya
Götüne girsin! ( Vuhuhahhahha)

Biri beni silksiiinnn!
Biri beni uyandırsın ulan..