29 Aralık 2012 Cumartesi

Tık.tık.tıkk Kim o ? - Beeen



Sabah onbirbuçuk da kapının takk tukk taak vurulmasıyla uyandım. Aha dedim kesin yine alacaklı geldi.
Kimsin la ;
- Benim
- Sen kimsin ?
- Senim
- Ben kimim lan
- La aç kapıyı

Kapıyı bi açtım kimse yok. Ama merdivenden biri yukarı doğru çıkıyor. Eee ben kimle konuştum ? Uyku sersemliğime vererek gelen ayak sesini bekledim. Gelen bir adamdı elinde bir paket.
- Selamun Aleykum –
- Aleykum Selam , buyur kardeş
- Tolga Yazıcı ?
- Benim.
- Senmisin
-Benim.
-Şuraya bir imza

Paketi alıp tekrar yattım. Yatmamla kalkmam bir oldu çünkü paketi unuttum.
Üzerinde gönderen kişiyi görünce kalbim güm güm güm oldu , çok heyecanlandım. Gerçekten benim için çok kıymetli bir insan bu güzel insan.

Paketi açtım , birde ne göreyim ben oradayım. Taa Ankara’dan beni bana göndermiş.
-Napıyosun la burada
-Çook soru sorma çıkar beni buradan daraldım ya la.
-Kurtulamıcam dimi senden , yine döndün dolaştın geldin bana.
- Hele bak hele bak hareketlere bak koskaca adam hala şair geyiklerinde , bak ikinci sayfada sana not var.
- Bi edepsizlik etmedin dimi
- Ona ? hee yok yok. Sanki çok meraklıyım tekrar sana gelmeye vallahi nasıl oldu bilmiyorum beni buldu yani seni.

Ne diyodu kitapta da;
" Akşam kanarken ellerimde
safran sarısı hüzünlerle
susuyorum bir mühür gibi
vedasız ayrılığı konuşmayalım diye
geç kaldım ben uçmaya
kanat alıştırırken çalılıkta
avcının arsız gözleri önünde
senden önce takıldım ökseye
aşk acizdir zaten çoğu zaman
kısa sürer karşılıklı da olsa
üstelik kanatsızdır bulutlar
taşıyamazlar kimseyi omuzlarında. "

O an için miydi bilmiyorum ama , okuduğumda fukara sümüğü gibi yapışmıştı üzerime bu “safransarı”. Biri benim hayatımı uzaktan izlemiş ve yazmıştı sanki. Hakikaten beni bana göndermiş çok sevdiğim dost / abla / can .

Kendime iyi sahip çıkacağım bu sefer , bunun sözünü veriyorum.
İyi seneler , iyi yıllar güzel insan.


25 Aralık 2012 Salı

Ve sen.. "Gece gözlü esmer"


- Merhaba , ben gece
- Gece ?
- Evet , neden şaşırdın ?
- Geceler merhaba demez ki .
- Ne der peki ?
- Ya hoş geldin ..
 -ya da ?
- Hoşça kal..

Gün akşam oldu..
Günün en araf zamanı, en sevmediğim zamandır. Hani şu akşam ile gece arasında ki soğukluk vardır ya. Akşam oldumu gün ayaza çıkar sanki , herkesin telaşı alır götürür bu şehirde. Islak kokar heryer , at kokar , cibilliyetsiz bir şeydir yani.Ve gün karardıkca insanlar ikiye ayrılırlar ; Gölgeli ve gölgesizler.

Bir zamanlar beni terk etmeyen tek dostumdu gölgem. Yalan değil arada kıllanıyordum ona.
Yolda yürürken iki muhabbetin belini kıralım diyorum , bazen uzuyor çook uzaklara. Ona yetişmek için adımlarımı ne kadar hızlandırırsam hızlandırayım yetişemiyorum. Bir gün gölgemin bile çıkarcı olduğunu düşündüm. Bunu kendisine iletince kırıldı bana , çocuk gibi küstü.Benim olayım bu dedi ; Herkesin sığınacağı kendini teslim edeceği birileri vardır.Bazen ufak bir ışık yeter beni ortaya çıkarmaya , bazen koca güneşi ararım Aralık ayının yalancı güneşine rağmen.Bazen uzar giderim , ne başım belli olur ne sonum. Çoğu zaman üzerime basıp geçseler de ah etmem. Gölgeler yalnızlığa muhtaçtır .
“ Yalnızlık bir tek gölgelere mahsustur. “
Sustum. Dediklerini düşündüm ve hak verdim , en azından yalnız değildim bir gölgem vardı ve bana muhtaçtı. Bu kibirim canımı sıksa da , yalnızlığımı soyutlaştıracak birkaç sebep daha çıkmıştı. Sahi ben neden yalnızım ?
Yalnızlığı besleyecek en önemli iki şey sevgi ve umuttur değil mi ? . Evet evet , şimdi anladım. Sevgi ve umut bende karaborsaya çoktan düştü bile. Ahh bu parasızlığım , her yerde karşıma çıkıyor nahlet!

Dayadım kıçımı kalorifer peteğine.Gözümde resmedilmemiş bir çok fotoğraf , kulağımda avaz avaz inleyen bir türkü. Bir ah etsem hangi dağa / ovaya çarpacağını bilmeden uzar gider gökyüzünün karanlığına.

Gölgemi iki gündür göremiyordum. Aslında alışmıştım da sanki ona , yada bilmiyorum belki de yalın olmak daha hoşuma gitmişti. Kıçımı titreten ayaza aldırmadan ilerliyordum gecenin koynuna.Ve işte tam o an gördüm onu..
Gözleri ben gibi , gece gibi , güneş gibi.. Bakakaldım öyle uzaktan , sol mememden iki parmak aşağısına kızgın bir yağ dökülmüştü sanki. Sendeledim , zaman kavramımı yitirmiştim sanki . Bir insan hem gece hem gündüz olamaz ki . Gece ile gündüzün hasreti dillere destandır , onlar kavuşamazlar.

Tam kırksekiz gün onu izledim. Neydi , kimdi bilmiyorum.Niye ben gibi hissettirmişti bu kadar.. Yoksa bu sebepten mi sevmiştik ve yegâne sırdaşımız bilmiştik geceyi? Sâhi gecenin kıymeti beklenenden mi yoksa kendisini aydınlatan mı ibâretti yalnızca?
Tek bildiğim bana yasaktı. Gölgemi çalıyordu benden , ara sıra kızsam da benim ondan gayrı kimsem yoktu ki..

Köpükten bir balon gibiydi ta başımın üzerine koydum onu , o hiç tanımadığımı.Üflesem yok olup gidecekti Bazen kusursuz bir nefesle onu kendimden uzak tutmak istiyordum Uzaklara.
Çok alışmıştım ona , çok sevmiştim. Hiç böyle olmamıştım ki daha önce.Bana Gece ile gündüzü sevdiren kadın..

Gölgemde iyice grileşmişti artık , göremez olmuştum. Neden böyle yapıyorsun diye sorduğumda uzayıp gidiyordu uzaklara , yada beni kocaman gösteriyordu ki en sevmediğim yanıydı bu. Ah be gece gözlü , kendi karanlığımda boğdun beni. Ben böyle değildim..
Sen benim çoban yıldızım çoktan olmuştun da ya ben ? benden olsa olsa görenlerin acaba kaydımı diye sorguladığı kayan bir yıldızım. Ne başım belli ne sonum.
İstemez miydim sanıyorsun karanlık gecene ışık olmak. Kolay mı zannediyorsun gölgesiz yaşamak. Ben gölgemi terk ederdim de ya sen ?
Vazgeçebilir miydin güneşinden , gözlerinden..
Yok hayır sinirlenme , sinirlenince sol yanağındaki gamze çıkıyor ortaya. Herkes göremez onu , herkes bakamaz sana benim gibi.
Ama.
Ama..
Ama…

Hem dünyaları konuştuğum hem sustuğum..
Sana yalan söyledim , gölge olan benim.. Gördüğüm en ufak bir ışıkta yansırım insanların gözüne. Kimine göre yalnızlığın reçetesi , kimine göre yalnızlığın kendisiyim.
Ben gölgeyim..
Bugün var yarın yokum.
Bir gün uzar giderim uzaklara , bir gün nefes kadar yakınında.
Görmek istediğin zaman nerede göreceğini biliyorsun beni. Ve gitmemi istediğinde de .
Gidiyorum.
Gidiyorum gece gözlü esmer..

Hoş geldin..
Hoşça kal ..


23 Aralık 2012 Pazar

Yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsuunn :)



Ahh zaman , böyle acımasız olmak zorundamısın..
O kadar hızlı geçiyorsun ki hani deriz ya “ dün gibi hatırlıyorum “ diye , her şey öyle tüm yaşanmamışlıklara rağmen..
Yüreğim bir memleket fotoğrafı adlı şiirimde de biraz değinmiştim bu zamana.. “ Eski fotoğraflara yeni çerçeveler takıyorlar birde “ ..
2012 başında çok umutluydum bazı şeylerden geldik yılın sonuna görüyorum ki tek yapabildiğim iki ileri bir geri gidebilmek.. olsun , en azından hareket halindeyim değil mi?

Yeni bir yıl geliyor , yeni umutlar , yeni düşler , yeni gülüşler..
Değerli blog arkadaşlarım Melodram ve Ness’in Kelebekleri bana güzel bir soru sormuşlar ; Yeni yılda gerçekleşmesini istediğimiz dilekler

Tabi ki her şeyden önce sağlık diyorum. Hakikaten insanın sağlığı yerinde olmadımı yemişim dünyayı her şey boş.. Hem kendim hem ailem için kocaman sağlık diliyorum.

Huzur.. ah o huzur lütfen 2013 yılında eksik olma.
Yeni bir iş yeni bir başlangıç olacak büyük ihtimalle bu yılda , hayırlısı ile başlamak istiyorum artık..
At
Ne zamandır kafamda “Parçalanmış Gülüşler” adlı bir öykü serisi yazabilirim.
Kalbini kırdığım biri var , yeni yıla girmeden gönlünü almak istiyorum. Nasıl başlarsan öyle gidermiş . Kalp kırmamak lazım.
Yalnızlık iyice çöktü benliğime , ruhum yoruldu artık. Yalnız kokuyorum bildiğiniz.. Yalnızlıktan soyut olarak kurtulmanın yolunu biliyorum da somut olarak da bir el uzatan olsa..
Yeni yerlere gitmek , görmek , gezmek istiyorum. Özellikle bu yaz kesinlikle artık denize girmeliyim.
Kaybolmayan sakız istiyorum.yetkililere sesleniyorum.
Şu savaşlar bitsin artık , kardeş kardeşi öldürmesin , ayrımcılık bitsin ulan!

Şimdiden yeni yılınızı en içten dileklerimle kutluyorum.
Kırmızı donunuzu giymeyi unutmayın.

İsteyen herkes bloğunda bu soruya cevap verebilir :)

21 Aralık 2012 Cuma

Sevgiliye Mektup : Hoşça kal yarınım..





20 Aralık 2012 Saat : 23 : 00   Kararsızlık

Bir daha yarınımızın olamayacağını düşünmek ne zor. Şimdi bu üçlü kanepede osura osura uyuyorsun ya , o kadar güzelsin ki sevgili bu yapacaklarımdan sonra belki bana kızacaksın ama her şey aşkımızın ölümsüzlüğü için..

Son bir buse alınır uyku kokan gözlerinden , mektup hazırlığı..

“ Gül kokulum..
Ben gidiyorum , hem de çok uzaklara..
Niye / Niçin diye çok soracaksın belki kendine , bil ki her şey ikimiz için. Her şey aşkımız için. Öyle güzel uyuyorsun ki uyandırmaya kıyamadım. Hala ağzından salya akıyor uyurken ve bir ayı iştahıyla ağzını şapırdatıyorsun uyanmaya ramak kala..

Ve ben senin için Şirince'de ölümsüzlüğe doğru gidiyorum..
Ölmek kolay olanı sevgili , ben ölümsüzlüğü bulmak için gidiyorum. Zor ama bil istedim ; Ölüm ölüm dediğin nedir ki gülüm , ben senin için yaşamayı göze almışım..
20 Aralık 2012 Saat : 23: 55  Bekleyiş
Arkana dönüp bakmadan gitmek ne zor işmiş. Gitmek mi kalmak mı sorusu herhalde burada en iyi cevap bulabilirdi. Kıyamet saatini 13:11 olarak demişlerdi ama hangi saate doğru ? ufaktan da korkmaya başladım ya yeni yıl gibi 00:00 ‘ da koparsa. Neyse uçağım da kalkmak üzere  Şimdiye kadar korkak biri olduğumu her seferinde inkar etsem de bu sefer hakikaten korkuyorum. En azından hatunu almadık , bari kıyamette kafam rahat olsun. Vir vir virr bıktım ulan..
21 Aralık 2012 Saat : 12: 54 “ Direniş
Artık dakikalar kaldı , şimdiden içimde ki kıyameti hissedebiliyorum. Dün taşa oturdum yatacak yerim yoktu her yanım gazla kaplandı. İçimdekileri çıkarma şansım olsa asıl kıyamet o zaman kopacak ama tutuyorum kendimi , olabilecek saldırılara karşı içimdeki metan gazını kullanabilirim. Dört kavanoz bezelyeli konservem ve dört şişe suyumda hazır , evet seni bekliyorum koca gemi.. Ölümsüzlük için seni bekliyorum..

21 Aralık 2012 Saat : 13 : 23    Hadi la!

Büzüğümü sıkmış bir şekilde bir sağıma bir soluma bakıyorum. Korkudan olsa gerek arkamda duran birkaç yaşayan bitkiyi öldürdüm , hep o taştan.
Etrafıma bakıyorum da herkes niye bu kadar eğleniyor , şarap içen bile var. Bense pusuya yatmış mücadeleyi bekliyorum , nerede sizin savaşçı ruhunuz. Acaba mektubu okuyunca ne dedi , nasıl tepki verdi.. Ah be goncagülüm.. Neyse asker kafa karışıklığı yok , sevgi yok , aşk yok.. Senin bir mücadelen var , onun için pürdikkat konsantre , sık dişini az kaldı ulan az !

21 Aralık 2012 Saat : 15 : 03   …..

Tam üç saattir yüz üstü yatmış bekliyorum o anı. Sanırım gelmeyecek. Nasıl gelmeyecek ben neyi bekliyordum ki ? Küllüm sıçtık. İşten çıktım , sevgiliyi bıraktım , her şeyi arkamda bıraktım. Artık nasıl geri dönerim..
Ulan oyy her yerim tutulmuş , şşşş halam oğlu bi el at hele kaldır beni.
Hayy babayan rahmet..
-         Ay dont andırsten , ayem İngiliz.
-Haa okey man , dont sory dont sory

Cebimde parada kalmadı , karnım aç , konserveler yüzünden cırcır oldum , bir tuvalet kağıdım bile yok anlıyormusun , hadi gülümse..

Hatunun karşısına çıkıp “Gözlerin gözlerime değince
kıyametim olurdu,ağlardım “ desem yer mi ki..

İyi de felaket , kıyamet değil ki..
Ve tüm yirmi bir aralık geyikleri topyekün bana girer..

18 Aralık 2012 Salı

Bir mimdur oy iki mimdur üç mimdur oy dört mimdur





Geceleri sevmemin sebebini yavaş yavaş öğreniyorum sanırım.
Sessizlikten ziyade başka bir şey var. Sanki herkes bir dünya , herkes bir ayrı yada ne bileyim gölgeler ürkütüyor sanki beni. Ne tuhaf bir şeydir değil mi insanın gölgesinden korkması..
Güneşini kaybedenlerin en çok özlediği sıcaklık veya ışık değil gölgesidir. Ben gölgemi kaybettim. Yine bir gece vakti bulmuştum onu , güneşim sanıyordum öyle güzel ışıldıyordu ki.. Olsun , bir ışık uzağımda oluşunu bilmek onunla aynı geceyi paylaştığımı bilmekte güzel.

“ Ne mektup geliyor ne haber senden , söyle de bileyim bıktın mı benden
Her akşam güneşin battığı yerden , gözlerin doluyor gecelerime “

Ahh ulan ah.. dinleyin buradan , iyi söylüyor Resul

Neyse , kıymetli arkadaşım Melek Bahar bazı soruları yöneltmiş bana blog adıyla “mimlemiş” iyi de etmiş sağolsun :)

-Mantığın mı yoksa Duyguların mı ön plandadır?

Aslında insan hayatını belirleyen , yönlendiren en önemli sorudur bu. Ve ne tesadüftür ki ben hep ters hareket ederim. Mantığımla hareket etmem gereken yerde duygularımla duygularımla hareket etmem gereken yerde de mantığımla. O yüzen bunu seçebilmemin temelini karşılaştığım olay belirliyor. Lâkin genelde duygularım ön plandadır..

-İnsanlar niye mutlu değiller? Niye gözlerinin önündeki mutlulukları görmüyor ve şükretmesini bilmiyorlar?

“ Bunca insan yalnızken , neden bunca insan yalnız ? “ gibi bir şey herhalde..
Aslında o kadar çok mutlu olmamız , şükretmemiz gereken şey varki.. Biz insanoğlunun yaradılışı sanırım aç gözlülük ve doyumsuzluk.

-Çok para harcayıp keşke almasaydım yada harcamasaydım dediğin bir şey var mı?

Genelde param olmadığı için çok para harcamışlığım yok. Bir tek bu nokya altmış altı çiftsıfır ilk çıktığı zaman çok para vermiştim ona. Çok ekmeğini yemiştim o telefonun ama yine de çok paraydı la.

-Haklı olduğun bir konuda hakkını savunur musun yoksa susmak adalet mi dersin?

Elbette savunurum. Sözümü de asla esirgemem sertlikse sertlik . Ses tonum ikna edicidir :)
Lâkin bir söz vardır ya Mevlana’nın ; “Her lafa verilecek bir cevabım vardır aslında... Ama bir lafa bakarım laf mı diye bir de söyleyene bakarım adam mı diye “
O misal , baktım anlayamayacak niye kendi başımı ağırtayım değil mi :)

-Tok gözlü müsün yoksa herşeyim olsun diyenlerden misin?

Bu konuya her şeyim olsun diyen biri çıkar mı acaba çok merak ettim şimdi.
Buradan tok gözlüyüm desem ne kadar inandırıcı olabilirim bilmiyorum ama azla yetinmeyi hep bildiğim için tok gözlü kapasitesine girebilirim.
Hem her şeyim olsa ne olacak yahu amacı kalmaz insanın. :)

Okuyan gözlerinize sağlık diyor ve isteyen herkesin cevaplaması için bu soruları sizin koynunuza atıyorum.
En üstteki resim ne alaka derseniz , kitap okumak bir yaşam biçimidir sırf artislik olsun diye girip yeni yeni kitap alanlar biliyorum :) relaks olun relaks şunun şurasında kaç günlük ömrümüz kaldı.
Mutlu kalın..

10 Aralık 2012 Pazartesi

#kendimenot : la olum bi siktir git !


Hayır hayır..
Lütfen kes şu sesi . Gürültülerden öyle bıktım usandım ki tek bir güfteyi kaldıracak halim yok.

Çok mu şey istiyorum senden ?
Sadece biraz sessizlik ve biraz huzur. Bak hakkımı yeme , mutluluğa hiç girmedim bile.
Mutlu olmak istemedim mi sanıyorsun ? Noktalama işaretlerinden yoksun yaşıyorum hayatı , ne başım belli ne sonum..

Heyy ! Lütfen mabadınla gülmeyi kes ..
Başlarda böyle değildim. Aslında nasıl bir şeydim tam hatırlamıyorum , zirâ çok konuşma fırsatım da olmadı. Kendimi çölümü yaratmıştım hâlbuki seralardan yoksun. Bedevinin bahtını açıp sırtı terlimi diye yoklamıştım bir anne şefkatiyle..
Yo hayır , kötü biri değilim ben kuma işediğim doğru. Çocukken de çok işerdim sessizce. Yerden çıkan o şırıltıydı tek mutluluğum. Aslında kimse mutsuz değildir bu hayatta , sadece bazılarımız çocukluğunu kaybetmiştir.( William James.)
Aramadığımı mı sanıyorsun seni ? En son ateşi söndürmek için işerken bırakmıştım oralarda.
Şimdi hangi rüzgarın koynundasın , kül güveysinden hallice.

Böylede büyümedim ben , şimdi her yanım sansür. “ Biplenmişim , sesim kesilmekte “.
Ağzının bozuk olduğunu söylüyorlar , oysa bir sana sövüyorum bazen de hayata sövdüğüm doğrudur. İzine rastlamışlar , beni sormuşsun. “ Sabahları iki kırmızı tuborg birde Murattı’ya devam demişsin iki paket. Sigarayı kibritle yaktığım doğrudur , çakmağa bir türlü alışamadım.
Alışamadığım bir sürü şey var aslında. Yokluğuna alışamadım. Hem senin bedeninde olup hem senden bu kadar uzak olmak.. Nerelerdesin birader ?
Neyse siktir et beni. Bak yine kimdeydim şaşırdım.
Çok koyu içiyorsun çayı , yalnızlıktan öleceksin lan.
Öyle deme , yalnızlıktan çürüyen bir tanıdığım var benim. Bir kere ısırılıp saklanmış elma gibi , içide dışıda herkesi yakar. Yakar demişken ; o kuma serpip yaktığın hayatının üzerine işedim, kızma. Martta çiftleşen kedileri izlemekten sıkıldım artık. İlk çiftleştiğim kızı düşündükce sürekli sana dediği “ orospu çocuğunun önde gidenisin “ lafı geliyor aklıma. Bana dememişti onu sana demişti unutma.

İçimde ki şair kim bilmiyorum ben mi sen mi ?
Ferfecir eşliğinde elim cebimde gezerken sokaklarda , yere atılan beyaz izmaritler döndürüyor beni bugünüme. Sigarayı bıraktım olum ben . Hem sigarayı hem içkiyi bıraktım.
Çayı çok içiyorum , bir o terk etmiyor beni. Bilirsin ne kadar üşengeç bir insan olduğumu , altıma sıçsam üzerimin pisliğinden değilde kendime kokacağımdan gider değiştiririm biliyosun.

Satır başlarımın yalnızlık ile ilgili cümlelerle başlaması yordu artık beni. Her şeye inancım yavaş yavaş körelirken Murattı’nın dumanında , beni bir terk etmeyecek sensin biliyorum. Yalan yok kıllanıyorum arada sana , bana görmek istemediğim yüzümü gösterdiğin için.
Arada yine tek şeker eşliğinde buluşur bir çayın deminde emi ..
Yaklaş duyamıyorum , ne diyorsun ?
“ la olum bi siktir git ya “

8 Aralık 2012 Cumartesi

Off ki ne off bir daha off



Hoş geldin talihsiz yanım , nasılsın ?
İki gün ayrı kaldın benden dayanamadın değil mi ..
Sizlerden gelen mailler beni çok mutlu ediyor , çok çok önceden bu blog olayına girmediğim için pişmanım. Hep üşeniyordum.
En çok günlük yaşantımla ilgili yazılarımla ilgili istekler geliyor , doğalsın diyorlar. İnsanın yaşadıkları zaten doğal değil midir ? hee.

Geçen yine metrobüsteyken çevremde ki ergenler dikkatimi çekti. Herkesin elinde elinden büyük bir telefon , biri feysbukta diğeri tivitırda biri oyunda biri takmış kulaklığı geçmiş başka dünyalara. Zaten kulaklık olmadan toplu taşımalara giriş yasaklanmış.Bir yandan düşünüyorum daha iyi , tüm olanakları var ama hep eksik bir şeyler Ama biliyorum ki daha doğal şartlar altında yetişiyorlar. Mesela ; yüzünde gözünde bir sivilce çıktımı iki üç triplere girer hiç biri olmadı bir büyüğüne danışır bunun yaşının gerekliliği olduğu söylenir..
Bende öylemiydi ?
Onbeş yaşlarında filan yeni yeni sivilceler yeşermeye başlamıştı , kafama taktım niye çıkıyordu diye gittim dayıma sordum , az otuzbir çek pezevenk diyip iki gün geyiğini yaptı.O gün bugündür bir daha Şok gazetesi almadım. O zamanlar ne mümkün kızın elini gidip tutmak , lâkin her ay başı büyüklerimiz tarafından sorguya çekilirdik ; “ Sen hala milli olamadın mı la gundi “ ..

Şemsiye sorunsalı

Sabah yağmur sesiyle uyandım , hemde ne uyanmak bir şimşek bir gök gürültüsü hiiç delikanlılığa vurmuyayım tırstım. Kahvaltıyı yapmak için Memet ağabeynin oraya yöneldim Hüseyin abi oradaydı. Hüseyin abi çok tuhaf adam , bi yeşil montu var hava 40 derece de olsa -40 derece de olsa o montu giyiyor. Benide Pıtırpan olarak çağırıyor niyeyse.

Bigün merak ettim sordum ağabey bana niye Pıtırpan diye sesleniyorsun diye “ Oğlum çok seviyorum lan ben onu böyle uçuyo filan “ . Neyse , en azından sevildiğimi hissettim.
Onu her gördüğüm de bir şiir mırıldanırım biraz geyiğe vurarak. Önceleri hoşuna gittiğini düşünürdüm taa ki bir gün “ hay ben senin tipini sikiyim “ diyene kadar.
Çok gücüme gitmişti , bir daha şiir okumadım. Artık özlü söz söylüyorum daha çok hoşuna gidiyor. Neyse patatesli görünen ama içinde patates olmayan poğaçamı ve çayımı öldürdükten sonra yola koyuldum. Yağmur feci bindiriyordu durak eve yakın olduğu için 3 dakikada vardım , köprüden aşağıya inerken açılan şemsiyelerden korunmak için tabi zigzak çize çize geçiyorum . ulan göze bir gelse sıçtık !
Neyse götüm götüm durağa geçip metrobüse bindim. Tam orta kapının orada yerimi aldım gidiyoruz , birden kıçımı sert bir şeyin zorladığını hissettim. Aha dedim sıçtık biri niyetlendi .
Hızlıca döndüm arkaya tam dönerken bir darbe daha tam onikiden !
Hatunun teki şemsiyesinin kılıfını şaşırmış olacak ki kılıfı yerine götüme sokmaya çalışıyor.
“ Pardon beyefendi istemeden oldu. “
-         Yahu istemeden oldu da benim bildiğim şemsiye yanlışlıkla göze sokulur göte değil
 (metrobüstekilerin hoşuna gitmiş olacak ki gülüşmeler kahkahalar )
Hatun afallamış bir halde ;
“ Ya ama girdi mi kiii ? “

Hiiiç değişmeeez

Emrah Serbes’in “ Hikayem Paramparça” yı şiddetle tavsiye ederim. Toplu taşımada eğer oturuyorsam kitap okumayıda çok severim.
Sevmediğim bir şey de yanımda oturan kişiyle kitabı paylaşmak.
Hele bir seferinde almışım Uykusuz dergisini okuyorum , yanımda bir tane otuzbeş yaşlarında bir ağabey var. Hani insan bir çaktırmadan göz gezdirir değil mi ?
Bu resmen tepki veriyor , omzumdan dürtüp gösteriyor karikatürü “ Bahh sen Allan işine yaaa “ vohuhahahhaha

Neyse , yarı uykulu bir vaziyette gelirken eve doğru arabaya bir siyahi genç bindi. Hemen önümde altmışlı yaşlarda bir amca vardı onun yanına oturdu. Gözüm amcaya takıldı , hayatında hiç zenci görmemiş olacakki gözünü ondan alamıyor. Aha dedim geliyor bomba demeye kalmadan , zenci de dönüp amcaya bakmaya başladı , amca ne dedi dersiniz ?

-         “ Yegeeniimm memleket nereeee “


Yırtık don

Önceleri toplu taşımalarda bırakın yaşlı birini , bir bayan gördümmü ayakta hemen yer verirdim. Ama beni bu yaşlı teyzeler maf etti !
Omzuma dürdüp , yaaavvruum bir yer ver hele oturayım ayakta durayımmı dersin , arabaya binmeden önce geçip oturayım diye omuz vurmalar mı dersin ohooo say say bitmez.
Dün yaşadığım bir olayı anlatıcam.
Yine dönüş yolunda “Hikayem Paramparçayı” okuyorum , iett’nin en arkasının iki önünde ters bir vaziyette oturuyorum . Hem kitap okuyup hem ters okuyunca da insanın midesi bulanıyor hakket.Velhasıl biraz sonra tam arkadamdan bir ses geldi arkaya doğru sesleniyor.
Seslenen kişi yirmi beş yaşlarında tesettürlü bir bayan . aynı şu şekil ;
-         “ Gençler amcam ameliyat olmuşta hadi bir yer verin hadi “ .
Dönüp arkama baktığım da fena kıllandım tutamadım kendimi.
“ Pardon dedim , siz neden yer vermiyorsunuz ? “
Hiçbir şey demedi kalktı amcaya yol verdi.
Bu kadar :)


4 Aralık 2012 Salı

-- YİTİK PAYDAŞIMA --





Sen de anlamazsan beni,  ne söylenir başka bilmem ki.
Hani "Bir gün gelecek, gideceğim elbette" derdim ya hep,
Yasarken yakan acısını acımasızlığın,
Birikince gözyaşları, dolunca gözlerim,
Dokunsalar ağlayacakken ve ağlatacak kimse yokken yanımda,
Ve "Bir gün gelecek bulacağım elbette" derken,
Yani henüz bulamamışken,
Uzakta da olsa sen vardın sen,
Acılarımın, yalnızlıklarımın yitik paydaşı,
Sende anlamazsan beni,
Ne derim, ne yaparım bilmem ki..

t.yazıcı

30 Kasım 2012 Cuma

Haşırt dı blekbord





Derin bir iç çekerek yazıya başladığım zaman hep iyi şeyler yazarım. Yada bilmiyorum en azından ben öyle düşünüyorum.(dum)
Pc'nin masaüstünde hep bir word belgesi bulundururum, iç çektiğim zaman direk yapıştırayım bir şeyler diye.
Yine öyle yaptım bir bok yazamadım . Demek ki iç çekmek de değilmiş işin sırrı.
Bu da bana kapak olsun.

23 Kasım 2012 Cuma

İlkbahar , Yaz , Ne oluyor la , Kış





Akşam oldu yine..
Akşam olduğunu karanlık çökünce anlıyorum ben , zaman kavramım pek yok bir çok kavrama ters düştüğüm gibi;
Mesela toplu taşımada ters oturduğum zaman midem bulanmıyor benim.  Osurmadan sıçabiliyorum çoğu zaman. Yada uzun süre arabesk dinleyebiliyorum.
Marjinal olmak için hiçbir kelimeye süs vermiyorum , yada yapmadığım bir şey üzerinden
böbürlenmiyorum.  

Kış hissetiriyor kendini.
Sabahın köründe metrobüse binmeye artık alıştım. Türlü türlü fantezilerim oldu. Üç kez fordlandığıma şahit oldum , hiç kimseye değdirmedim.
Parfümümün markasını dört tane kız sordu , hepsine farklı isim söyledim çünkü parfümümün ismini telafûz edemiyorum.
Cevizlibağ köprüsüne çıkarken merdiven altında bekleyip “ etekli biri geçsede altından baksam “ mantığıyla bekleyen iki gence şahit oldum.
Hee unutmadan , taytlı fantezilerde %45 artış var. Aman neticenize dikkat edin .

Akşam oldu yine..
Sokağa çıktığımda ilk gözüme takılan karşı gencekondunun tepesinde gezinen kediler.
Doğdum o kediler vardı , geldim bin yaşına hala o kediler orada. Oradanın adı da kedili ev zaten. Her gün ayrı heyecan katıyor bana , bir gün kafama zıplayacak o çatıdan biri diye.
Geçen yavrularından biri ölmüş köşede duruyor öyle. Gidip baktım , o kadar pis kokuyordu ki kediye üzülemedim bile. Hee birde , kentsel dönüşüm diye her yeri yakıp yıktılar. Zik gibi ortada kalakaldı bizim mahalle.. Giderek modernleşiyoruz. Çevremizde ki liseli gençler ev altlarında sevişmeye başlıyorlar artık. O’nu da çıkardıkları öpüşme seslerini takip ede ede buluyorum. Çok hararetliler. Eeee çağa uydurmak lazım. Otuzbir çekip yaşlananlara inat yapıştırıyorlar cevabı. Prezervatif kullanın gençler şakaya gelmez bu işler.

Kış hissettiriyor kendini.
El ele gezen çiftleri görünce imreniyorum. Hakikaten cepte olmuyor , bir el lazım yoksa ısınmıyor namussuz.
Geçen “ Uzun Hikaye” ye gittik 5 arkadaş. Yani 5 erkek , hala utanıyorum.
Önce “ Uzun Hikaye “ sonra “ Kabadayı” Kenan İmirzalioğlu’na hayranlığım iyiden iyiye su yüzüne çıktı , durup durup onu kesiyorum izlerken. Korkuyorum , huyum suyum değişmese bari…
Hava erken kararıyor , ve ben çok erken başlıyorum hüzünlenmeye. Gecelerimi kaplayan / saran bir gece gözlü esmer çıktı karşıma..Bir görseniz , yada görmeyin..
Dipfirizden gevşesin diye çıkarılan dana eti gibi gevşemeye başladı sol yanım.. Yazmaya başladım onu’da.
Az kaldı geliyor..

11 Kasım 2012 Pazar

Fişlenmişim haberim olmadan, adım eşkalim zaten bilinmekte...







Ağlama Bebeğim dediğin sensiz büyüyor artık, kara yazı dedikleri bu olsa gerek. Suskun kalıyoruz çoğu zaman sesimizi yitirmişçesine suskun ama bilesin ki sensiz geçmiyor günler. Hasretinden prangalar eskittim diyor ya Ahmed Arif, aynı böyle hasretiz sana. Kız kaçıran gibi yağız atımız olsa, şahin gibi yükseklerden uçsak yetişebilir miyiz sana, oysa aynı daldaydık seninle, düşüp ayrılmadan önce. Şimdi daha bi maviye çalar gözlerin, yangın mavisine, rüzgarda asi, neylersin ah dört yanını sarmıştı puşt zulası ve ne kadar dediysen de bırak beni, bırakmıyordu, böyle de yamandı bizim hikayemiz. Karanlıkta kalmış bir tarafındaydık, kurtuluş savaşı destanı dediklerinin. Devriyeler adım adım gezende aradıkları hep bizdik bunu sende biliyordun, yine de saklanmadın verdin selamını; uğurlar ola…

Yaşayanlar bir gün ölür, buna amenna ama şimdi öyle bir yerdeyim ki, acılara tutunmak çok zor, çünkü sen öğretiyordun bize bunu ve senin yokluğuna acı çekmek hiçte özgürlük gibi değil.Sen çöllerde terk edilmiş bir Yusuf, Yusuf’tan korktular, çekemediler biliyorsun, hikayeniz de nerden baksan aynı, ne Yakub unuttu seni, ne de onlar sana muhtaç olmaktan kurtulabildi. Haberin olsun gayrı gider oldum, hani o kadınlar vardı ya, üç etekli, ak poşulu, türkü bakışlı… onların şimdi de yürüdüğü dağlara gider oldum. İnanmak güç olsa da kimileri halen buna cahilce bir macera diyebiliyor, kimse neden diye sormuyor, sormak istemiyor, bu da bana dert oluyor. Kim bilir belki bu dert beni adam eder. Sonra bilesin ki, güzel günler görmek daha yakın gibi görünüyor, umut var ama burası hep Ortadoğu, ortada doğu…

Şafak türküsü artık biraz daha ağıda benziyor, kaç zamandır yüzüm tıraşsız, sana özenirdim biliyorsun ve çok severdim sakallarını. Şimdi düşündükçe yüreğim sallanıyor, kimdi bunlar, kimdi seni bizden alıkoyanlar? Tutuşur dizlerim dediğinde yanmaktan mı korktular, geleceğim dediğinde ezilmekten mi korktular, ne istediler senden ve bizden bu haramiler? Bilirim bu hasretlik kalır gitmez teninden, belki eksilmez acılar büyük yüreğinden ama hafiflesin diye, artık dağda güller ezilmiyor ve sel dağ ile birleşemiyor, bendine takılıyor güllerin. Kore dağları değil buralar, kardeş dağlar, kadrini bilir zeytin karası gözlerin, haydi git diye kovmaz, haydi gül diye kucak açar…

An gelir, paldır küldür yıkılır duvarlar, gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet, o eskimeyen heyecan gelir! An gelir, muhabbet başlar, silahlar susar, ayrım kalmaz ve nefret ölür! İşte o an diyebilirsin ki büyüdün bebeğim. İşte o an lili marlen türküsü bir kez daha Zagreb radyosundan duyulabilir ve sadece bir savaş türküsü olmaktan kurtulabilir. Çiğdem çiçek açar her yer, tezkere vurulmadan önce alınabilir, metrisin önünde bekleyenler kavuşur mahpuslara ve dağlar köyler türkü söyler gönlünce, yoksa esen bu soğuk yel karşısında üşür ölüm bile, tutunamaz hiçbir şey diye haykırdın, sen insansın diye söyledin bunları. Dinlemediler ve anlamadılar, Şeyh Bedrettin misali bir seher vaktinde, yağmur çiselerken, bir halay havası söyletmeden, neyleyim kıydılar sana…

Hani benim gençliğim diye sorduğunda biz daha çocuk bile sayılmazdık ama hayıflanırdık, üzülürdük gençliğini yitirenlere, büyüyünce ilk eksikliğini hissettiğimiz şeyin gençliğimiz olduğunu fark ettiğimizde ise alnında dağ ateşi yananlara katıldık. Yorgun demokrat kimdi, vurulup düşenler kimdi, kılıç balığının öyküsü neydi bütün bunları senden öğrendik. Durduk yere haçan ölesim gelir derken bir yandan da unutulmayanlara ezgiler yolluyordun. Şimdi tut ki gecedir, katiller huzursuz, hainler ürkekçedir ve biliyordun ki ihanete gece müthiş bir gerekçedir, buna rağmen yüreğinin büyüklüğünü neden gösterdin onlara. Seninle birlikte binlerce kez tekrarladık yüreğim kanıyor, evet yüreğim kanıyor, keşke olmasaydı sonumuz böyle. Ya derdime derman ya katlime ferman dedin, halbuki biliyordun namlu puşt olmuş, ılgıt ılgıt kan gidiyor, al işte şimdi biz de ağla gözlerim ağla diyoruz. Tam da dediğin gibi doğdun, büyündün ama bizimle birlikte yaşamadın sen ve ağır geliyor, sensiz geçmiyor bu günler. Bir veda havası gelip te bize musallat olmasaydı, terk etmeseydin bizi, gözlerimiz yaşlı kalmasaydı…

Beni tarihle yargıla dediğinde anlamayanlar oldu seni, çünkü bilimden ve felsefeden de anlamıyorlardı. Nerden bilebilirlerdi tarihini, felsefeni yada bilseler bile anlayabilir miydiler seni, cesaret edebilirler miydi? Cevap verdin; başını kuma saklayanlardan tiksindim, başkaldırıyorum! Acı ninni dinledi senden ay, uyusun diye, rüyaları büyüsün diye. Acı bir ninni gibiydi söylediklerin içerden çıkan adam için, uykusuz ranzalar ve suskun voltalar geride kalıyordu seni dinledikçe. Herkes kendi işine diyordun, çünkü senin dağlarında zulüm varken onlar ile uğraşamazdın. Kardeş olabilsin diye eller sana, kan kurşundan silinmeliydi ve karanlığı delebilmek için sadece gül dikeni yeterliydi senin için. Sorgucular karşısında senin yaralı yüreğinin büyüklüğünü bilip de söylemeyen diller utansın. Koru kendini, sen olmasan kim diriltebilir içimizdeki ölü düşleri, kim söyleyebilir; “uçun kuşlar uçun, denizin ardı özgürlük” diye…

Kod adı Bahtiyar olanları merak etme, artık mavi gök yüzünü onlara dar edemiyorlar ve saz çalmak o kadar da suç değil. Her saz çalışımızda geçiyor aklımızdan gül yüzün, Bahtiyar’lar sayende daha bi bahtiyar ama iyimser bir gül açıyor olsa da dudaklarımızda, biliyoruz ki birazdan kudurur deniz ve yüzümüze şarkılar çarpar, şiirler çarpar ağlarız. Bu yalnızlık benim değil sadece, hepimizin, bu yalnızlık bizim ilişmeyin, leylakları yaktıktan, bulutları gömdükten sonra ilişmeyin bize. Evlerinin önü kan gölüne dönen çocuklar var daha ve doğum günü bilinmeyen nice kaçak ve anne. Kardelenler açınca büyür çetelerin hıncı, vurur hançerini şah damardan ihanet, açılmamış gonca gülün. Mayın tarlaları da olduğu gibi duruyorken, bu tarlaların hasadı binlerce kaçakçı kurban ve onların yollarına baka baka bekleyenlerin acısı birleşince senin de yokluğunla, dindiremiyor hiçbir iyimser gül…

Dardayım yalanım yok, baskın yedim yeni bin yılda ve örselendi hayatım, üstelik sende bir uzak diyardasın, özlemin yüreğimizde ve mazlumun türküsünde saklı. Eylül’e isyan gibi düşüp düşüp kalkıyoruz ve yalnızlığı yaşıyoruz bütün geride kalanlar gibi ama bölünsek de, çözülsek de başkaldırdık zamana ve bir gece sevgi duvarı ardımızda kalacak, başucumuzda bir sen olacaksın, bir de çoğul türkülerin, saymıyorum ölerek dirilttiklerini. Kendine iyi bak, bizi düşünme, buralarda dostluklar birden bitiyor, hiç olmamışçasına ama acılar birden bitmiyor ve bir kardeş selamında seni aramak bize güç veriyor. Bu gün karar vermek zor, şiddet değildi senin istediğin, buna rağmen ne istediler senden buna karar vermek ve anlamak çok zor. Hep sonradan mı anlayacaklar değerini güzel şeylerin, bir kez olsun küfretmeden şiire gazele, engel olmadan ışığa doymak için, doruklara sevdalandım diyenlere, olmaz mı bilmiyorum, bildiğim bir şey varsa o da yaşamaktan duyduğun mutluğun tadına düşmanların asla ulaşamadılar…

Bu gün benim de başım belada, köşe başları tutulmuş, fişlenmişim haberim olmadan, adım eşkalim zaten bilinmekte ve göğsümde yani tam göğsümde kirli sakalı ve güleç yüzüyle bir “sen” bulunmakta, başım belada adamın biri sırf bu yüzden linç edilmiş sokak ortasında anla artık! Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan alçakça. Düzen bu, kalan kalır gerisini savurup alır, ve bir acayip adam dışında kimsede sormaz neden diye. Çoğalıyor sayıları entel maganda dediklerinin, yeni meziyetleri de var artık, görsen çıldırırsın. Şimdi saat sensizliğin ortası ve avucumda ayrılığın hediyesi, biliyorum her zaman mülteci isteklerin oldu ama bu ayrılıkta neyin nesi. O yangın gecesi, İstanbul bir cehennemdi yanıyordu, şiirlerin haykırıyordu ardından, çığlıkları kulaklarımdan gitmeyecek ve o vahşi at, o vahşi beyaz at tutuşmuştu yelesinden, bilsen geri dönmeyeceğini, gider miydin yine de?


Evet iki gözüm, seni anlatabilmenin ve sana bir şeyler anlatmanın en doğru yolu, yine senin bize anlattıklarından geçiyordu, kusuruna bakma devrik cümlelerimin hüzünlü bir haldeler onlar…

Bizden selam söyle yıldızlar ülkesine…

Alıntıdır..

10 Kasım 2012 Cumartesi

Bir tutam yalnızlık


Yalnız kaldı yine düşlerim
Oysaki inanmıştım yeniden sevebileceğime
Sustuklarım birden büyüdü içimde
Ne kendimi inandırabildim
Nede bir gönüle demir atabildim
Tek yapabildiğim , dönüp geriye bakmak oldu
Sağıma baksam hüzün ,
Soluma baksam bir kaçış
Tüm hücrelerim tiksindi birden
Sol kaburgam bile firar etti bu bedenden..

Öyle yalnızım ki
Bazen kendimden korkar oluyorum
Her aynaya baktığımda ürperiyorum
Duvarlarla sohbet ediyor,
Onlara çocukluğumu anlatıyorum,
Şu kayıp giden yaşanılmamış çocukluktan..
Onu söylerken bile ürperiyorum
Korkuyorum beni terkeder diye
Ruhum .. çocukluk ruhum .

Önceden bu kadar koymazdı ayrılıklar
Önceden , ayrılıklar bu kadar uzun olmazdı
Belkide ondan bu yaralı sözlerim
Belkide özledim farkında değilim..

Ateist bir melodi gibiyim
Hiçbir şarkı sözüne  inanmıyorum
Birtek yağmurun sesi duraklatıyor beni
Islanmaktan korkuyorum kuduz bir köpek gibi
Önceleri yürümeyi severdim yağmurda
Şimdi deli danalar gibi titriyorum
Evet .. evet sanırım seni özlüyorum

Özlemek artık adı sanı unutulmuş birşey gibi
Eskiyip tozlu raflara kaldırılmış bir eşya gibi
Niye özlediğimi unutuyorum
Niye üşüdüğümü unutuyorum
Niye korktuğumu unutuyorum
Ahh , sanırım yaşlanıyorum
değil ..

Yalnızım ,
Kuduz köpek kadar yalnızım
Ya kendimden kaçıyorum
Yada bana uzatılan elleri kendimden uzaklaştırıyorum..
Bugün bir tutam daha aşka lanet attım
İyice pişmesini bekliyorum
Suyundan iyi çorba yapılıyormuş deniyeceğim
Malum vitamini onun içinde..
Biraz acılı olsada bu aşkıda sindireceğim
Acısı neremden çıkar bilmiyorum
Ama yutuyorum
Afiyet olsun ..

t.yazıcı
Kasım 2010

7 Kasım 2012 Çarşamba

Starım lan ben ! (2)


Kötü geçen gün kötü geçiyordu. Hissettirmeden geldi kötü geçen gün
Sabah kardeşimin sessize alınmış ama bir o kadar sesli telefon titremesiyle uyandım. “Vızıııııııırrrrr zııırrrr vııııızzzz “ ulan sözde sessizde , nasıl bir titreşimse masayla temas etimi evrim geçiriyor. Gözümün teki açık kapamaya yeltendim elime bir aldım nasıl titreşimse tüm kan dolaşımımı etkiledi resmen elim uyuştu. Zanarsın ki titreşimli vibratör !

Neyse duşa girdim , baktım etrafımda türlü türlü şampuan (yuh ilk kez şampuan yazdım herhalde nasıl yazılıyordu diye gogula sordum :\ ) Yok kepeğe etkili , yok kıl çıkarır yok yün kokulu vs vs vs ulan niye okuyorsun ki kafanda saçmı var ! Kel olmanın en kötü yanını şampuanı sürdükten sonra anlarsınız laappss diye kayıp gidiyor orantısız vücudumun eksenine. Duş bitti , bir baktım bornozu almamışım yanıma evdede kimse yok. Önce kapıyı araladım eve seslendim kimse varmı yokmu diye , ses çıkmadı – düz mantık demekki kimse yok. Göbek deliğimden bir karış aşağısını iki elimle kapayarak geçiyorum odama doğru.
E önü kapadın da ya arkası ? göt açıkca dolanıyorum oradan oraya. Demek ki erkek mantığı böyle bişey. Etki tepki meselesi.. Neyse sustum.

Atakentte oturan teyzemlere gitmek için hazırlandım , banyo sonrası sıkılan parfümün keyfini çıkara çıkara durakta bekliyordum. Şansıma boş araba geldi , en arka koltuğa geçtim birde cam kenarını bulmuşum off demeyin keyfime. Tam derin bir oh çekecekken iç sesim bana “ ha sktiirrr “ dedi. Herkes bilir ki , en güzel kötü günler cüzdanı evde unutmakla başlar. Hele ki erkeklerde bu doruk noktasında hissedilir , çünkü bayanların çantasını bir kurcalasan neler çıkar neler , bizde öyle mi ?.
Elim ayağım uyuştu , o en arka koltuktan en öne gidip ne diyecektim ki şöföre. Soğuk soğuk terler attım. Sol kulak memesiyle aramda iki karış vardı , arkadan görenler sapık zannedebilirlerdi ama o an ağzımdan . “ Ağabey cüzdanı evde unutmuşum kusura bakma sağa çekte ben ineyim. “ çıktı.
Şöför ağabeyden cevap “ Ayıp ettin koçum bu seferlik benden olsun “ . Anlayışla karşılaması hoşuma gitti , hele ki koçum demesi daha hoşuma gitti niye bilmiyorum hiç düşünmedim.
Arabadan inerken adama bin kere teşekkürler , sağolasın , Allah kolaylık versin diye diye çıktım. Eeee borçlandık sonuçta değil mi.

Kapıda güvenlik duvarına takıldım. Bilmiyorum da teyzemler nerede oturuyo.Bu sitelere o yüzden kıl oluyorum , şuraya bak teyzemlere bile giremiyorum halbu ki sıtarım lan ben ! her şeye hakkım var beniimm !
Figüranlık geçmişimden ziyade , canlı yayına çıktım lan daha ne olsun nasıl tanımazsın beni !
Zaten işler güçlerdeki gibi arkadaşlarla ben burada şu kadar gözüktüm oooo o da bir şey mi ben şu filmde garson rolündeydim. O da bişey miii benim rolüümm şu kadar büyük biri çıkıyo benimkisi daha büyük , al amkkk !
Göz göze geldiğim herkesten sonra kafam da beliren soru “ kesin tanıdı beni mına koyim. “
Zorr , her şey zor.



Teyzemlerin evini aş evi olarak kullanıyorum resmen. Gidip at gibi yiyip yanlaya yanlaya çıkıyorum. Teyzemin İstanbul kartını aldım , bu sefer iett ile gideyim dedim araba 3 kilometre sonra bozuldu. Tam bizim oraya geldik , yolun karşısında arkadaş bir şeyler demeye çalışıyordu bana sanırım iddaa ya gidiyodu benide çağırıcaktı , yok yorgunum demeye kalmadı kafamı sokak başında ters yön levhasına çarptım. Nasıl bir bilinç altıysa acıya aldırış etmeden etrafıma baktım kimse gördümü diye , neyse ki kimse görmemiş.

Uzun lafın kısası , kötü geçen gün kötü geçiyordu, daha bitmesine de çoook vardı. Canlı yayından bir caps aldım nerede bir sosyal hesabım varsa hepsine kapak fotoğrafı yaptım , takipcim arttı. Demek ki diğer resimlerine fotoşopta kanal amblemleri koysam işe yarıcak. Yuh , tanımış olmasınlar la. bak onu hiç düşünmedim.
Bu arada en üstteki resimde de görüldüğü gibi , bir derdiniz varsa gidin montla sıçın. Yok böyle bir terapi.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Hoşgeldin..


Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
yorulmuşsundur;
nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
ne gül suyum ne gümüş legenim var,
susamışsındır;
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır;
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
memleket gibi yoksuldur odam.
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin
ayağını basdın odama
kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
güldün,
güller açıldı penceremin demirlerinde
ağladın,
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin
hürriyet gibi aydınlık oldu odam...
Hoş geldin kadınım benim hoş geldin.
.
Nazım Hikmet  

19 Ekim 2012 Cuma

Köşebaşı Delikanlısı ' Veda '



O gün geceyi zor ettim..
Organlarımın yer değiştirdiğini hissediyordum resmen. Yaşadığımın durumun adını bile koyamadım kendimce. Ne "hayalkırıklığı" nede "serzeniş".. başka türlü birşey.
Ne zaman zor durumda kalsam sek vodka içiyorum , feriştahını s*ktiğim nasıl birşeyse insanın zihnini uyuşturuyor . Bir otuzbeşliği gömmek üzereydim  Evde bilgisayar başında Ferfecir eşliğinde içiyordum , aklıma ne zaman cevap yazmak gelse utanıyordum. Belki de vodka içimdeki tüm duygusallığı uyuşturmuştu. Hep vodka içsem unutabilir miyim ki onu ?
Yok , bu kafayla olmaz ona tüm benliğimdeyken yazacağım cümlelerle gitmeliydim. Üçlü kanepede sızıp kalmışım . Biraz mide ağrım olmasına rağmen , koyu bir kahve içtikten sonra mektup yazabilme durumuna geldiğimi düşündüm. Beyaz bir A4 sayfası ile başbaşa kaldım odamda. O bana bakıyor ben ona. Hani başlamak bitirmenin yarısı derler ya hakikaten öyle , onbeşdakkadır boş kağıda bakıyorum tık yok , nasıl girilir ki söze ?
Eski usül parmağımı şıplatıp Allah ne verdiyse yazmaya başladım..

" Merhaba..
Söze nasıl başlayacağımı bir türlü bilemedim , en az yirmi dakikadır boş beyaz kağıda bakıyorum. Öncelikle yazımın kusuruna bakma , oldum olası düzeltemedim şu yazımı umarım okuyabilirsin."

eehh olmadı neyse baştan..

"Merhaba..
Söze nasıl başlayacağımı bir türlü bilemed.... "

Merhaba ile başlamıyayım çok resmi oluyor.

" Küçük Hanım'a ..
Söze nasıl başlayacağımı bir türlü bilemedim , en az yirmi dakikadır boş beyaz kağıda bakıyorum. Öncelikle.... "

Küçük Hanım hiç olmadı ! poofffff

" Söze nasıl başlayacağımı bir türlü bilemedim. Sen bana Küçük Adam'a diye atmışsın ama inan öyle güzel bir başlangıç için yarım saattir düşünüyor ve yaprakları katlediyorum. En iyisimi daha fazla hem kendimi hem yaprakları yırtıp atmadan birşeyler yazayım..

Öncelikle yazımın kusuruna bakma , hafiften Japonca'ya kaçsada biraz dikkatli bakınca Türkçe göreceksin :) . Oldum olası düzeltemedim , böyle şairlerin filan el yazısı kötü olurmuş en azından öyle avutayım kendimi.

Sana gerçekten teşekkür ediyorum , başkası olsa bu cesareti göstermezdi. Öyle güzel şeyler yazmışsın ki defalarca okudum defalarca kadere sitem ettim. " Hayat " dediğimiz koca tiyatro böyle birşey işte. Başlarda pek önemsemesem de her bana bakışında sol bölgemin titremesi hemen ele verdi içimdekileri . Biliyormusun sen çok iyi bir insansın , ne'alaka deme. Sadece iyi insanlar böyle güzel gözleriyle gülebilir,hakikaten bak. Gülüşünün değerini bil. Böyle durumlarda sanırım "mutluluklar" dilemek düşer bize. Mutlumusun ? Neyse , soru cevap şeklinde olmasın. Sana şunun sözünü veriyorum ki bu mektubu verdikten sonra beni göremiyeceksin. Ayaklarımla beynim bir süre kavga edecek ama , bunu da başarabilirim herhalde.

Beni soracak olursan , aslında . Başka kağıt harcamıcam demiştim ama tıkandım bak.
Doğma büyüme o gördüğün mahalledeyim , yirmidört yaşımda adım "köşebaşı delikanlısı" na çıktı biliyormusun. Olsun , seni beklemek güzel(di). İşsizim. Kim bilir ne zorluklarla çalışıyorsun sen ama ben yayla kancığı gibi yatıyorum , ne düzen var nede birşey.
Gönül ferman dinlemiyor ki.. Ama bazı şeyleri iyi yapabiliyorum.
Mesela çok iyi çay demliyebiliyorum. Arada beni gördüğün pastaneye gidiyorum , oranın zift karası çayını içiyorum. Başka zamanda başka yerde karşılaşsaydık keşke seninle. Ah bu keşkeler..

Neyse , çok uzatıyorum galiba. Gülüşüne sahip çık olurmu , etrafta parçalanmış gülüş o kadar çok var ki.
Şimdi ne mi yapacağım , önce bir çay demliyeceğim..
çay demsiz ben sensiz.
He bu arada , geçen hafta seni düşünerek bir şiir yazmıştım kağıdın arka tarafına onuda yazayım sonra keşke demiyeyim yine.
Bu durumda nasıl 'veda' edilir bilmiyorum ama.
Sana mutluluklar diliyorum , kızınla ve ailenle.
Dilerim ki gözlerin gibi yüreğinde her daim güler..
Hoşçakal..

' Otobüs camındaki meleğin gözyaşları kurusun diye
Yürek fırınında, yüksek ateşte ısıtıyorum tebessümleri..
Dudağımdan aşağıya bir karış alıyorum sag elimle
Şiir gibi yaşayabilecek bir şirin`e verilmek üzere
Sol memenin altina gömüyorum güleryüzlü bir cocuk resmini

Dedim ya, şair´in halinden, Sairler anlar
Gel gör şu halimi, gerisi yalan anlar..
Kaşınin yayında Vivaldi çalip,
Kehribar kokusuyla narkoza gireceğim,
Gözleri Buğu Gölü bir cennet firarisi arıyorum
Eger sensen,
Seni bekliyorum..
--Inanmiyorsan gel! --  "

Mektubu zarfa koyduktan sonra içimden bir parça kopmuştu sanki , geri dönüşü olmayan bir vedaydı bu ama bana yakışanı yapmalıydım.
Onu beklediğim köşenin hemen orada bir süpermarket var , onların broşürlerinden aldım yirmi otuz tane. Arada hem onu yokluyor hem yoldan geçenlere yalandan broşürlerden veriyordum.

Ve geliyordu.. Salına salına geliyordu bana doğru , koşup boynuna sımsıkı sarılmak geçti içimden defalarca , tek yapabildiğim tam yanımdan geçerken broşürle birlikle zarfı vermek oldu ona. Bir yabancıymışım gibi ufak bir tebessümle aldı ikisinide . Kırmızı çantasına attı ikisinide .

Bu onu son görüşümdü. Bir daha ne bir haber alabildim , nede onu beklediğim yerden geçebilme cesareti gösterebildim.
Belki de mektubu okumadı bile , yada bilmiyorum..
Elini bir kere tutamadım ya ..
olsun be ,
canın sağolsun..

-S O N-
Hikayedeki kişiler ve karakterler hayal ürünüdür.
yada öyle olmalı
bilmiyorum.
:\

18 Ekim 2012 Perşembe

Köşebaşı Delikanlısı ' Yüzleşme '






Tam 9 gün olmuştu onu görmeyeli..
Kendime engel olamayıp iki gün evinin orada dolandım , hatta bir seferinde arabayı çekip bekledim onu Zeki Müren eşliğinde.. Sahi , Zeki Müren'de bizi görüyor mudur ?
Farkına varmamıştım ama onu beklerken sürekli içiyordum. Unutmaya çalıştıkca daha çok hatırlıyor insan..

Birde hayat denilen olay var , yaşamak için para gerek. Arada korsan taksiye çıkıyordum yolumu bulmak için , yine öyle birkaç arkadaştan rica ettim geceleri kahvede takılmaya başladım. Nasıl bir sistem kurmuşlarsa , telefon hiç susmuyor. Avcılara bir iş çıktı , gidip bir adam iki kız aldım. Dakkasında anladım adamın pezevenk kızlarında o biçim olduklarını .Ne dersin ki ? Ettikleri muhabbet zaten vıcık vıcık ..Avcılardan alıp Küçük Çekmece'ye götürdüm. Yani benim semtime .. Meğer ne dümenler dönüyormuş anasını satayım , götürdüğüm yer fuhuşun tam göbeği. Bulunduğum ortam canımı sıksa da bir iki kızı gözüme kestirdim yoklukta iş görür diye. Sonra kendime sövdüm birkaç defa.. O akşam 4 müşteri denk geldi 75 lira aldım toplamda , 15 ' i mazota gitti bana kaltı 60. Bir hafta ya yeter yada yetmez..

Sabah 9 ' da kalktım , evde kimse yoktu. Yatakta oturmuş ne yapsam diye düşünüyordum. Burnuma buram buram at kokusu geliyordu , anlam veremedim. Koltuk altımdan bir nefes çekince önce geçici körlük daha sonra şuğur bulanıklığı yaşadım , hemen duşa attım kendimi. Önceden en azından onu görürüm diye hayal kuruyorken birden ortalıktan kayboluşu benimde düzenimi etkilemişti. Resmen yapacak bir şey gelmiyordu aklıma. Gelse de hiçbir şey yapasım yok. Açtım birkaç dizi izledim internetten. Birkaç format işi vardı bi makine hariç diğer ikisini hallettim. Yapamadığımın sorunu başkaydı bir bok anlamadım zaaaarrttt diye ses gelip duruyor kasadan. Saat'i 6 etmiştim , çıkıp Hasan ağabeyin orada iki çaya düşeyim dedim. Gittim bizimkiler de oradaydı , laf dönüp dolaşıp yine bana geldi.

-Nedir bu durgunluk olum.
-Yok bir şey ya bak dalgana sen.
-Dalgaya bakarım da sen söyle bakayım halin hal değil.
-Biliyorsun la işte söyletme
-Geçmiyor mu artık
-Yandan Sinan seslendi yine yırtık dondan çıkar gibi
-Ürküttün mına koyim kızı geçmez tabi
-Şşşş aha la geliyor bu değil mi ?

Sağıma dönmemle onu görüp kilitlenmem bir oldu , ayaklarım beynime isyan edercesine ona doğru gidiyordu. O yine aynı, zalımın kızı .. Bir kere göz göze geldik yine kafasını eğdi aşağıya sanki o gün önünü kesip onla konuşan ben değilmişim gibi , gücüme gitmedi desem yalan olur. Tam yanımdan geçerken çantasından beyaz bir zarfı çıkartıp gelişigüzel yere bıraktı. Şaşırdım , dönüp arkasına bakmadı bile. Beş altı adım gidişini izledikten sonra yere düşürdüğü zarfı aldım. İlk başta bir anlam veremesem de içindeki kağıdı gördükten sonra bayağı bana mektup yazmıştı. Arkadaşlara bir şey demeden kendimi parka attım. Sadece filmlerde olur sanırdım böyle bir mektup okuma sahnesi , hakikaten de oluyormuş..

Her zaman ki bankıma oturup açtım zarfı..
" Merhaba Küçük Adam..
Küçük Adam dediğim için şaşırabilirsin belki . Yaşça benden büyük olmalısın , en azından bunu tahmin edebiliyorum. Ben 21 yaşındayım , adımı söylemek istemiyorum bunu yazıyı okuduktan sonra anlayacaksın.
Küçük Adam diyorum sana , çünkü bana olan yaklaşımın , tavrın öyle güzel ki  yüreğinde bir çocuk yaşatan anca böyle güzel şeyler yapar.
Merak etme , bana her bakışından , peşimden evime kadar gelişinden hatta o EJ 1611 plakalı mavi arabadan haberim var , yoksa seni göremediğimi mi zannediyorsun. Gizli takip konusunda çok başarısızsın haberin olsun :) ..
Mektup dediğin elle yazılır öyle değil mi ? yuh deme bana bu bilgisayar çıktısı için ama böyle olmak zorunda. Keşke her şeyi senin gibi rahat yaşayabilsem, maalesef doğduğunuz ortam bazen tüm kaderinizi etkileyebiliyor.
Ben evliyim Küçük Adam , parmağıma hiç bakmak aklına gelmedi sanırım birkaç sefer özellikle göstermeye çabalamıştım , başarılı olamamışım demek ki.
16 yaşımdaydım henüz , 12 sığır ve bilmem kaç paraya satıldım ben babam tarafından. Hiç yüzünü görmediğim , koca bir adama satıldım. Adam dediysem lafın gelişi anladın işte.Bazılarımızın kaderi doğuştan yazılıyor anlayacağın. Ama herşey bir yana Allah’ın bana bağışladığı bir kızım var henüz 2  yaşında.

Başlarda bu kadar uzayacağını tahmin etmemiştim . Hem daha fazla bekleme , hem de ümit bağlama diye böyle bir delilik yapma kararı aldım. Delilik diyorum çünkü her ne olursa olsun ben bir anneyim.
"Keşke" deriz ya bazen , şuan o kelimenin dillendiğini hissedebiliyorum o yüzden daha fazla uzatmadan susuyorum.
Üzülme olur mu ?
Hoşça kal Küçük Adam.. “

Küçük bir yavru köpeğin gelip ayağıma dokunmasıyla irkildim , dalıp gitmiştim uzaklara. Ne yapılırdı ki böyle durumlarda ? Her ne olursa olsun o başkasının namusu..
Bana düşen , gözlerine iliştirdiğim gözlerimi paslı bir makasla kesmek.
Ama yok , ne olursa olsun son bir veda mektubu yazmalıydım. Öyle birikmiştim ki bir yere içimdekileri kusmam gerekiyordu.
İyi tamam güzelde , bunu ona nasıl verecektim ?
Aklıma bir fikir geldi..

Devam edecek..

Biz önceden küçük şeylerle mutlu olan insanlardık, Sonra aklımıza sevda diye bir şey soktular, toparlanamadık.. “


16 Ekim 2012 Salı

Köşebaşı Delikanlısı ' Bekliyor '





Portre oluşmuş olacak ki , tüm dünya beni izliyordu.
Etrafımdaki herkesi TRT deki o ressam ağabeye benzetmeye başladım . Önümden geçen herkes tek tek bir şeyler katıyordu sanki bana. Kitlenmiştim , çiçeğin papatyaları sol ayağıma doğru bakıyordu. Anlam veremedim olan bitene , dönmüş bana bakıyordu ve hala ne bir gülümseme ne bir tebessüm.
İnceldiği yerden kopsun deyip , gözlerinden gözlerimi ayırmadan ona doğru ilerliyordum ağır ağır. Bünyem bu kadar duygusallığa alışamadı ve tökezledi , aşk meşk tamamda kaldırın köşelerinide unutmamak gerek. Sendeleyişim hoşuna gitmiş olacakki , kaşlarıyla güldü bana. Siz kaşla gülmek nedir bilir misiniz ? Öyle masum duruyordu ki. Yanındaydım..
Ve sıraladım..

Sözümü kesme lütfen , diyeceklerimden rahatsız olabilirsin belki ama daha fazla içimde tutarsam sanırım çatlayacağım. Sevdadan çatlayan insanlar var yahu bilirim.
Önce şunu bil ki , kimseler bilmez köşe başı sevdalısı değilim. Burada doğup büyüdüm , oradan bakınca at hırsızı gibi duruyor olabilirim (gülümsedi) , ama burada bulunmamın sebebi sensin. Hergün saat 7 oldumu bu köşe başına dikiliyorum . Önceleri sadece uzaktan görmek bile yetiyordu bana , önceden uzaktan da olsa bakıyordun bana göz göze geliyorduk artık onu da yapmıyorsun. Yani sanırım senden hoşlanıyorum , bu çiçeği buraya getirene kadar birçok serüven yaşadım , umarım beğenirsin..

Nefes nefese kaldım , yokuş yukarı kilometrelerce yürümüş gibi ne nefesimde derman nede dizlerimde derman vardı , ondan gelecek cevabı beklerken bir yandan siper alıyordum olumsuz tepkilere. Anlam veremediğim şekilde düşünmeye başladı , şimdi gitmeliyim sonra konuşsak olur mu ? dedi. İçimden binlerce defa hayır desem de olur tabi ki , ne zaman istersen diye cevapladım. Gözleriyle görüşürüz diyerek kulaklığını takıp telefonundan müzik açtı. Bu sefer arkasından bakmanın fazlasını yaptım , onu takip etmeye başladım. Her attığım adımda ne yapıyorum ben desem de , beynim ayaklarıma engel olamıyordu. Yaklaşık on dakika yürüdüm , yolda birçok kere durup geri dönmeyi denedim ama vazgeçemedim. Nitekim evine kadar takip ettim ..Allah’ım , bitti dediği yerde başlıyor hakikaten , ben bu kıza aşık oldum..

Aldığım çiçekler hala elimdeydi , o kadar yolu onunla yürüdüğüm için kendime güldüm. Önüme ilk gelen bir erkek çocuğuna verdim. Ağabey bunu ne yapayım dedi , git sevdiğine ver olum dedim , gülümsedi.
Pastanenin oradan geçerken , bizim gençler hala benim geyiğimi yapıyordu . Sinan oradan seslendi neşeli ses tonuyla ;
-Ne yaptın laa çiçeği , verdin mi ?
-Yok.
-E ne yaptın
-G*tüme soktum.
-G*te giren Papatya sulanmaz hee dikkat et
-Puhuhahhaha
-Bağsur olasın Sinan!

Dokunsalar ağlayacaktım . Kızın bana cevap vermemesi tüm özgüvenimin içine etmişti. Mahalleden Kazım’ı aradım , akşama her zaman ki yerde her zaman ki müzik her zaman ki nevale. Gece 11 ‘ de parkın oraya attım kendimi , e-5 in tam yanı başı, arabalar vızır vızır.. Niye bilmiyorum buraya geldiğim de içmeden sarhoş oluyorum.
Kazım doritos alaturka ve kırmızı şarabıyla geldi , seviyorum bu adamı. Tam şarap adamı birde güzel muhabbeti vardır ki sormayın..

Oturduk çimlere , verdik sırtımızı bir kütüğün koynuna. Demeyin osuruktan keyfimize.
-Aç la benim şarkıyı dinleyelim.
-Olum söz ver ard arda en fazla 4 kere dinlerim.
-Tamam la aç hayde.



-Dün bir bugün iki ne oldu dostum sana.
-Kara sevdaaa kara sevdaaaa dedikleri daha ne olabilir ki

İki şişe şarabı öldürdük sabaha kadar , sabah namazını duyduktan sonra kalktık artık. Hem alttan yediğim soğuk hem üstten giren şarap beni maf etmişti bile. Eve zor attım kendimi, direk sızmışım..
Uyandığım da kafamda atların çiftleştiğini hissettim , ulan şarabın kafası iyi de , sonrası pis koyuyor.
Neyse , bir şekil akşamı ettim. Sabırsızlıkla bekliyordum ne cevap verecek diye. Geçtim yine köşe başına tam saatinde. Gelmedi , şaşırdım ilk kez onu görememenin verdiği bir burukluk vardı üzerimde. İşin kötü tarafı , hani bir şey olsa ne haberini alabileceğim bir arkadaşını tanıyorum nede bir şey , tek bildiğim evi. Kapısının önünde dikilmekte yakışı kalmaz.
Ondan sonraki üç gün yine göremedim onu , evine gidebilecek üst caddelere arkadaşlarımı yerleştirdim. Yine gelmedi , yine gelmedi..

Evinin oradan yalandan geçiyordum arada , göz yokluyordum ama nafile yook..
Neredesin be kızım ?
Neredeee ?

“ Geleceğim, bekle dedi, gitti.
Ben beklemedim,
O da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu.
Ama kimse ölmedi .. “

Devam edecek..